Süleyman Nazif Diyarbakır’da doğdu (Ocak 1870).

Birçok aydın kişi yetiştiren ünlü bir ailedendi. Babası tarihçi Sait Paşa’ydı. Çocuk, ilk derslerini babasından ve çevresinin en tanınmış bilginlerinden alarak yetişti. Bu arada öğrendiği Arapça ve Farsçadan yararlanarak Doğu edebiyatında derinleştiği kadar özel derslerle elde ettiği Fransızcasıyla da Batı kültürünü kavradı. Çok genç yaştayken doğduğu şehirde devlet memurluğuna giren Süleyman Nazif, o çağ Türkiye’sinde şiir ve yazılarıyla özgürlük mücadelesi yapan Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınları derin bir ilgiyle izliyordu. Böylece onların etkisinde kalan genç Diyarbakırlı, bir yolunu bularak kaçtığı Paris’te çıkarılan Meşveret gazetesinde ilk yazılarını yayımladı. Paris’te kaldığı 18 aylık süre içinde Batı kültürüyle daha yakın ilişkiler sağladığı gibi birçok Fransız düşünürüyle de tanışmak fırsatını buldu. Yurda dönüşünde, İstanbul’da kalmasını sakıncalı bulan Padişah, bir bakıma sürgün amacı da gözeterek onu Bursa ili mektupçuluğuna (Yazı işleri Müdürü) atadı. 12 yıl kadar bu görevde kalan Süleyman Nazif, o sıralarda İstanbul’da yayımlanan Servet-i Fünun dergisine İbrahim Cehdi takma adıyla şiir ve yazılar gönderiyordu. Böylece Edebiyat-ı Cedide adıyla anılan sanat akımına katılanlar arasında Süleyman Nazif de yer aldı.

suleyman_nazifİkinci Meşrutiyet’in ilanı (1908) üzerine Bursa’daki görevinden ayrılan Süleyman Nazif, İstanbul’a gelerek Ebüzziya Tevfik’le birlikte Tasvir-i Efkâr gazetesini kurdu. Ateşli üslubuyla yazdığı siyasi ve edebi yazılarının ilk örneklerini de bu gazetede yayımladı.

Meşrutiyet çağında yeniden devlet hizmeti kabul eden Süleyman Nazif, Basra Valiliği’ne atandı (1909). Bundan sonra Musul, Kastamonu, Trabzon ve Bağdat valiliklerinde bulundu. Bu son görevinde bulunduğu sırada Irak’ın elimizden çıkması (1917) olayı karşısında yazdığı Firak-ı Irak adlı kitabı onun ünlü eserlerinden biridir. Mütarekeden sonra İstanbul’a dönen (1918) Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin’le birlikte Hadisat gazetesini kurdu.

İşte, yukarda sözü geçen Kara Bir Gün başlıklı yazının bu gazetede yayımlanması ve İstanbul Üniversitesi’nce, işgal kuvvetlerini şiddetle yeren bir konuşması birçok Türk aydınıyla birlikte onun da İngiliz’ler tarafından Malta Adası’na sürülmesine yol açtı (1920). İki yılı aşan bir süre Malta’da kalan büyük edip, yurda döndükten sonra yalnız emekli maaşı ve gazetelerle dergilerde yayımladığı yazılarından elde ettiği az bir gelirle güçlükle geçinmeye başladı. Çektiği türlü sıkıntılar onu bir gün yatağa düşürdü. Hastalığı sırasında büyük edibin Şişli’deki evi, edebiyat ve sanat çevrelerinin ünlü kişileri tarafından sık sık yapılan ziyaretlerle dolup taştı.

Ateşli yazılarından meydana gelen bir yığın eserin sahibi, Bağdat ve Basra gibi imparatorluğun iki büyük eyaletinin ünlü valisi Süleyman Nazif, siyah gözlerinde pırıldayan son ışıkların da tükenmesiyle bir kış günü sonsuz uykusuna daldı (5 Ocak 1927). Edebiyat ve sanat adamlarıyla İstanbul halkının büyük bir kalabalıkla katıldıkları Süleyman Nazif’in cenazesi, eller üzerinde Edirnekapı mezarlığına kadar götürülerek istirahat yerine terk olundu. Bu, Kara Bir Gün yazarının ateşli ruhundan yoksun kalan Türk edebiyat âleminin kara bir günüydü.

Süleyman Nazif’in Edebi Kişiliği ve Eserleri

Süleyman Nazif, ateşli ve sürükleyici üslubuyla milli duygularımızı şahlandıran bir sanatçı olarak ünlüdür. Onun bütün eserlerinde bu yüksek sanat heyecanı belirli olmakla birlikte İstanbul’un işgali yıllarında yazdığı Kara Bir Gün yazısıyla sanı ölümsüzleşmiş, kendisi yurtseverliğin, gözü pekliğin yücelen bir anıtı sayılacak kadar sevgi ve saygı toplamıştır.

Süleyman Nazif’ten Bir Şiir

Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak,

Neler yapmış bu millet, en yakın tarihe bir sor bak.

Yerim sensin, göğüm sensin; cihanım, cennetim hep sen;

Nasıl bir zinde millet çıktı gördüm hasta sinenden…

Evet mecruh idin; mecruh iken de vardı imanın,

Ümidin, kuvvetin, azmin, kanın, aşk-ı huruşanın.

Yaşattın, çok yaşa, tarihimi ikbal-ü izzetle,

Koşar âti, koşar mazi seni tebcile minnetle.

Yerim sensin, göğüm sensin; cihanım, cennetim hep sen;

Nasıl bir şanlı millet çıktı gördüm canlı sinenden…