KÖRLERİN TOPLUMLA SAĞLIKSIZ İLİŞKİLERİ

M. Emin Demirci
Eğitim Uzmanı, Sosyolog

1. Bölüm

Bu yazıyı yazmanın benim için kolay olmayacağını biliyorum; çünkü körlerin yaşadığı elverişsiz toplumsal koşulları tüm çıplaklığı ile görmek ve bu sorunları tekrar yaşamak bana acı ve hüzün veriyor. Ne var ki, bu yazıların da birileri tarafından yazılması gerekli. Acı ve hüzün verici de olsa, gerçekleri tüm çıplaklığıyla ortaya koymalı, elimizi taşın altına sokmalıyız. Bir sorunun üzerine giderek onu çözmenin yolu onu anlamaktan, kavramaktan geçer. Gerçekler ne olduğundan hafif, ne de olduğundan ağır gösterilmelidir. Durumu bütün vahametiyle görebilmeliyiz ki, onunla ne şekilde uğraşacağımızı çıkarabilelim. En ağır sorunların altından kalkabilecek teorik birikimimiz ve bu sorunların üstesinden gelebilecek insan gücümüz hiçbir zaman bugünkü kadar fazla olmadı. Körlerin yaşadığı sıkıntıların ve sorunların genel yaklaşımlarla, beylik laflarla geçiştirilecek yanı yoktur. Çözülmesi zor diyerek bu sorunları bütün ağırlığıyla görmemek ve kavramamak kimseye bir şey kazandırmaz, yalnızca insan devekuşu gibi başını kuma gömmüş olur.

Toplum Körleri Nasıl Algılıyor?

Ele aldığımız konu, bir kimsenin karşısında acı çeken, düşkün durumda görünen diğer bir kimseye yaklaşımının ne olacağını incelemektir. Çünkü, maalesef hala insanların ezici bir çoğunluğu körleri bu durumda görmekte, onları böyle algılamaktadır. Bu kimselere göre körler, gözleri görmediği için kapkaranlık bir dünyada yaşarlar. Bu durum onların çaresiz, sürekli acılar içinde kıvrandıkları bir cehennem hayatı yaşamalarına neden olmaktadır. Körler bu cehennemden bir an önce kurtulabilmek ve bir parça görebilmek uğruna her şeylerini feda etmeye hazırdırlar. Araştırmalar görenlerin körlerle ilgili buna benzer düşüncelere sahip olduklarını ortaya koymuştur. Yine araştırmalar, halkın en ciddi özür türü olarak körlüğü gördüğünü göstermektedir. Görenlere göre körlük hemen hemen ölümle eş değerdedir ve ölümden yalnızca bir gömlek daha üstündür. Sözün burasında birkaç yıl önce yaşadığım bir olayı kısaca anlatmadan geçemeyeceğim: Ankara’da bir toplantıya katılmak üzere İstanbul’dan gelmiş ve eskiden kullanılan şehirler arası otobüs terminalinden Kızılay’a gitmek üzere bir taksiye binmiştim. Normalde yol kısadır, ancak o sırada Kızılay civarında metro inşaatı sürdüğünden, yolumuz epeyce uzamıştı. 7 saate yakın süren yolculuğun sersemleştirdiği bedenimi Ankara’nın sıcak yaz günü öğleden sonrasının yakıcı güneşinin ışınları iyice yormuştu. Ben biran önce varacağımız yere varsak da elimi yüzümü yıkayıp, biraz açılsam diye düşünürken, şoför merakla sorular soruyordu. Nereden geliyorum, ne yapıyorum, Ankara’da ne işim var gibi konuları öğrendikten sonra bölüm değiştirerek körlüğüme geçtik. Ne zaman kör olmuşum? Kısa kesmek üzere fiilen 9 yaşında glokomdan kör olmama karşın, doğuştan hemen sonra ortaya çıkan göz rahatsızlığının bana tanıdığı hukuka dayanarak “doğuştan” deyiverdim.

Bu noktada pek çok görmeyen arkadaşımın da katılacağı bir gözlemimi sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim. insanlara eğer sonradan kör olduğunuzu söylerseniz ardından nasıl olduğuna ilişkin ayrıntılı sorular gelecek demektir. Bu neden böyledir, bilemem. Belki insanlar böyle bir durumda kendileri, çocukları ya da yakınları için kaygılanmaktadırlar da ondan mı sorarlar bu ince soruları, belki de öyledir. Ne var ki, doğuştan kör olduğunuzu söylerseniz, konu çoğunlukla kapanır. Ben, “doğuştan” deyince de öyle oldu. Başka inceleme sorusu gelmedi, ama bir yorumla karışık “evet-hayır” sorusu geldi: “Ağbi, böyle olacağına ölmek daha iyi, değil mi. 0 ana dek uyuşmuş bedenimle soruları şoförü kırmadan geçiştirmeye çalışan ben, bir anda yerimden sıçradım ve “ ne saçmalıyorsun be adam!” diye bağırdım. Düşünebiliyor musunuz?

Yaşadığım günden itibaren pek çok kez anlattığım bu garip ve garip olduğu kadar düşündürücü bu anımı anlattıktan sonra tekrar incelememize kaldığımız yerden devam edelim:

İnsanlar, körlere yönelik tutumları araştıran kimselere körlük ve körlere ilişkin çoğunluğu olumsuz nitelendirmeler ifade etmişlerdir. Olumsuz olanlarının yanında üstün zekaya sahip oldukları, “gönül gözüyle” her şeyi gördükleri, üstün bellek güçlerinin bulunduğu gibi bazı olumlu nitelenebilecek özellikler de atfedilmektedir. Ne var ki, bu aşırı nitelemelerin ortasının bulunduğu körlenin de tıpkı diğer insanlar gibi özelliklere sahip oldukları görüşüne, çok seyrek rastlanmaktadır. Sanki toplumda körleri normal insanlar gibi yaşayan bireyler olarak görmeye karşı büyük bir direnç vardır. İnsanın ruh yapısında bu tür bir abartmaya kişiyi yönelten dinamiklerin, ne olduğuna girmek, bu yazının amacını aşmak olacağından şimdilik bu kadar yazmakla yetineceğim. Bu nedenle, insanların ezici bir çoğunluğunun körleri olumlu ya da olumsuz nitelikleriyle aşırı uçlarda gördüklerini, normal olarak görmeye direnç gösterdiklerini belirtmekle yetinelim.

Bilirsiniz, üstün zekalılık da tıpkı zeka geriliği ya da öğrenme güçlüğü gibi normal eğitimin değil, özel eğitimin ilgi alanına girmektedir. Körleri normal insanlar olarak görmek istememe çabası, kim bilir insanlar normal görecek olsa, görenlerin şartlarına göre normal olarak tanımlanan yaşantıyı körlenin hem de görmeden yaşadığını hazmedemeyecek kadar sağlıksız, zayıf kişilik yapısına sahip olduklarının ortaya çıkacağı korkusu yaşamaktadır. Burada bir parantez açarak üniversite yıllarında bazı çok yakın gören arkadaşlarım, gözleri görmeden Türkiye’nin okunması en zor kabul edilen üniversitesinde ölüm kalım mücadelesi veren beni meğer kıskanırlarmış. Ne acıdır, bu gerçeği yıllar sonra öğrendiğimde çok şaşırdım. Eğer bu durumumu o yıllarda öğrenme şansım olsaydı ya da bir babayiğit bana bunu o sırada söyleyebilmiş olsaydı, hem kendime hem de o arkadaşlarıma daha iyi katkım olurdu diye düşünüyorum.

Körlüğün şakaya alınacak yanı yoktur. 0 denli ki körlük alanında kaleme alınmış ciddi bir yapıtta, örneğin sağırlık ve sağırlarla alay edilebildiği halde, körlükle asla alay edilmediğini durumun, son derece ciddi görüldüğünü okuyoruz. Bu düşüncenin sonucudur ki, tarihte gözlerin kör edilmesi, azap içinde yaşatmak üzere öldürmekten daha ağır bir ceza olarak yaygın şekilde uygulanmıştır. Körler pek çok edebiyatçı tarafından “yaşayan ölüler” ve hatta “yürüyen mezarlar” olarak tasvir edilmişlerdir. Önceden işlemiş oldukları düşünülen günahlar yüzünden kör edilmiş olduklarına inanılmış ve lanetlenmişlerdir. Toplumun ilgisine ve desteğine belki de en fazla muhtaç bu kimseler, yanlış inanç ve kanıların sonucu tam tersi zaman zaman ve ağır şekilde toplum tarafından cezalandırılan insan grubu oluşmuştur. Bu inanç ve kanıların izleri ve hatta kendileri bizzat bugün bile bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Ünlü araştırmacı Lowenfeld; 19.yüzyılda bile Avusturya’da kadınlar, uğursuzluk getirecekleri gerekçesiyle çocuklarına körlerin ellerinin değmesini istemediğini yazmaktadır. Körlüğün nedeninin, işlenmiş bir cinsel kökenli suçtan kaynaklandığına inanıldığı için, yine 19.yüzyılda yani yakın geçmişte İngiltere’de körler bakım yurtlarına kabul edilmiyorlardı. Körlenin toplumdaki değeri ve önemi o denli düşük, körlük yukarıda belirtildiği gibi o denli kötü algılanan bir durumdur ki körlerle yakın ilişkisi bulunan görenler bile başarılı ve normal insanlar olarak algıladıkları kör yakınmalarına bakarak körler ve körlükle ilgili görüş ve düşüncelerini kolaylıkla değiştiremezler. Bir başka deyişle, çevrelerindeki bu başarılı ve normal algılanan körlenin bile görenlerdeki bu derin olumsuz yaklaşımı değiştirmeye gücü yetmez. Kör olan kardeşini sadece gözleri görmeyen bir kimse olarak algılayan bir kız, bir körle evlenmeyi aklnın ucundan bile geçirmeyebilir. Aynı iş yerinde birlikte çalıştığı bir kör arkadaşıyla yolda giden bir gören, pekala sırf bu nedenle yolda gördüğü bir kör dilenciye para verebilir. Zamanla kör arkadaşının ya da kardeşinin körlüğünü unutan ve onu yalnızca gözleri görmeyen bir insan olarak görmeye alışan bir kimse, körlük ve diğer körler söz konusu olduğunda kendisi için güvenli geleneksel değer ve anlayışlara sığınmayı seçebilir. Başka türlü düşünmek risklidir, hem alemin akıllısı o değildir ya? Toplum böyle düşünüyorsa, herhalde bir bildiği vardır. Oysa, toplumun bu anlamda maalesef bildiği bir
şey yoktur. Bildiği bir şey varsa, o da eskiden yaşanan gerçekler doğrultusunda gelişmiş, körleri hor gören, zekaları da örselenmiş, himaye ve jane ile geçinen varlıklar olarak görmektir. Körler ile ilgili inanç ve kanıların büyük bölümünü gelenekten alan insan, eğer bunları bir eleştiri süzgecinden geçirmiyorsa, zaman zaman ortaya koyduğu düşünce ve davranışlarla, bir anda kendini mağara devrinden kalmış inanç ve kanılarla yüz yüze kalmış olarak bulabilir.

Neden toplumun büyük çoğunluğu körlük ve körlerle ilgili inanılması zor olumsuz ve yanlış düşüncelere sahiptir, diyoruz? Çünkü, körlenin eğitimine yüz elli yıl önce başlamış, körlerle ilgili beş yüzden fazla kurum ve okulun bulunduğu, körlere hizmet alanlarında dünyanın en geniş fonlarının ayrıldığı, körlenin mücadelesinin ve örgütlenme düzeyinin oldukça yüksek düzeyde bulunduğu Amerika Birleşik Devletlerinden bir araştırmacı H. Rusalem 1970’li yılların başlarındaki Amerikan toplumunun yalnızca dış kesimlerindeki dar bir entelektüel ve ilerici çevrede körlerle ilgili doğru ve gerçekçi yaklaşımların bulunduğuna işaret etmektedir. Rusalem toplumun genelinin körler ve körlükle ilgili yanlış ve ön yargılı, çoğunlukla olumsuz yaklaşımlara sahip olduğunu belirterek, şimdilik bu dar entelektüel çevrede var olan körlere ilişkin olumlu yaklaşımların diğer toplum kesimlerine ileri ki yıllarda yayılması umudunu dile getirmiştir. Amerikan toplumunda durum böyleyse, gelin Türk toplumunda nasıldır? Orasını siz düşünün!

Gelenekler ve gelenekle gelen inanç ve değerler nasıl gözden geçirilebilir? İnsan, kendini daha iyi insan nasıl yapabilir? Bizce bunu yapabilmenin iki bileşeni vardır: Bu bileşenleri şu sorularla açmaya çalışalım:

Birincisi, körler ve körlük gerçekten düşünüldüğü gibi midir? İkincisi, genel olarak acı çeken, sıkıntı içinde yaşayan kimselere insanların tepkisi ne şekilde ortaya çıkmaktadır?

Körlenin Durumu Gerçekten Bu Denli Kötü müdür?

Sorduğumuz birinci sorunun yanıtını araştıralım. Yani körlük ve körlere ilişkin düşüncelerinde gören çoğunluk haklı mıdır? Bir çok görmeyen arkadaşım yaşadıkları normal yaşantılarına bakarak “eğer görenler böyle düşünüyorlarsa, bunların her halde aklından zoru var” diyecektir. Doğru,belki gerçekten bazılarının aklından zoru vardır. Böyle bir hüküm çağdaşlaşma sürecine ayak uydurmakta zorlanan insanın ortaya koyduğu garip tepkileriyle, sağı-solu belli olmaz davranış ve düşünce biçimiyle, geliştirdiği ideolojilerle, sarıldığı gelenek adına orta çağ değerleriyle ilintili olsa gerektir. Bu noktada bize bu alanda düşen şey, öncelikle bu insanların körler hakkında doğru bilgilendirilmemiş olduğunu düşünmektir. Çünkü, insanlara eğer bir konuda yanlış düşündükleri yada yanlış bilgilendirilmiş oldukları için istenmeyen garip davranış ve düşünceler sergilemekte oldukları anlatılırsa, bu insanların davranış ve düşüncelerini değiştirebilecekleri beklenir, en azından çağdaş anlamda bireye saygı böyle düşünmeyi yada böyle bir umut beslemeyi gerektirmektedir. Körlük ve körlere ilişkin bilimsel gerçekler anlatıldıktan ve gerektirdiği kadar açıklama ve tekrarlar yapıldıktan sonra o insan hala bu davranışı sürdürüyor olabilir. Çünkü, körlere ilişkin yanlış inanç ve ön yargıların körlük ve körler hakkında bilgilenmekten çok, sırf duygusal öğelerle beslenmiş olduğu görülmektedir. Yanlış bilgileri doğrularıyla değiştirmek daha kolaydır. İnsan bir konu yada kişi hakkında gerçekleri öğrendikten sonra “evet, ben şimdiye kadar yanlış düşünüyormuşum” diyerek doğru bilgiye göre doğru yaklaşım ve davranışı benimseyebilir. Ne var ki, duygusal öğelerden kaynaklanan davranış ve inançları değiştirmek hem zor, hem zahmetlidir. Tam bu noktada işi daha da içinden çıkılmaz hale getiren bir gerçeklik daha çıkıyor karşımıza. İnsanların duygularına hitap ederek onların tavır ve davranışlarını değiştirmek mümkün değildir ve maalesef körlük ve körlere yönelik tutum ve davranışların kaynağını daha çok duygusal öğeler oluşturmaktadır. Bunlar bilimsel olarak ortaya konmuş gerçeklerdir. Kısacası, son derece zor bir iştir bu.

Üstelik körlük ve körlerle ilgili gerçekleri ne yazık ki görenler tarafından “adam yerine konmayan” Körlenin kendileri anlatmak zorunda kalmaktadırlar. Çünkü, bu işi körler kadar etkili olanak yapabilecek maalesef başka bir toplum kesimi yoktur. Bu kesimin de görenler karşısında değeri olmadığı için, onların görüşlerini değiştirmelerinde önemleri pek fazla değildir. Yani,körlerin söz ve davranışlarıyla görenler tutum ve davranışlarını değiştirmeye pek istekli görünmemektedirler. Kaldı ki, körlenin bir bölümü kendileriyle ilgili gerçeklenin pek farkında olmadan, diğer toplum kesimlerinin körlük ve körlere ilişkin değer ve anlayışlarını şu yada bu ölçüde benimsemiş ve kendilerini o gözlükle görmeye alışmış durumdadırlar. Körlenin bir bölümü dahil toplumda körler ve körlükle ilgili olarak neredeyse bir konsensüs bulunmaktadır. Yani, bu konuda körler pratik olarak yalnızdırlar. İçinde yaşadıkları zor yaşam koşulları ve somut gerçeklik yüzünden toplumda ve tarihteki yerlerini bütün çıplaklığıyla görerek, çıkış yollarını en kolay ve en çabuk yine kendileri öğrenebilecek durumdadırlar. Bu durumu değiştirebilmek için yine kendilerini ve kendi güçlerini merkez alan, ona dayanan bir mücadele yürütebilirler. Kuşkusuz bu konuda diğer toplum kesimlerinin dayanışmasına ihtiyaçları vardır. Bu grupların başında sorunları birebir denk düşmese de diğer özür grupları, toplum içinde şu yada bu şekilde dezavantajlı durumda olduğuna inanılan, kadınlar, işçiler, köylüler vb. gelmektedir.

Toplumu eğitme ve körler hakkında doğru bilgilendirme konusunda karşılaşılan bir başka güçlük de ilgi gösterilmeyerek, aşağı görülerek cezalandırılan bu kesimin yaşadığı son derece elverişsiz koşullarda bu görevi yapabilecek yeterliliğe sahip çok az sayıda insanın yetişebiliyor oluşudur. Böylece sorunlar katmerlenmektedir. Bu umutsuz tabloda belki de tek umut ışığı örgütlenmek, örgütlerin etrafında toplanmaktır. Bu sayede sistemli, planlı programlı bir çaba ile yapılması gereken işin zorluğuna rağmen var olan kıt olanaklar ve az sayıda yetişmiş insan gücü daha iyi kullanılabilir, daha iyi sonuç alınabilir. Bu konuda kişisel olarak bir yere varmak mümkün değildir. “Ben kendi hayatımı kurtarır, körlerden uzak bir gören çevre içinde yaşar giderim” diyen arkadaşlarımız var bugün. Bu arkadaşlarımızın bu zor işi göğüslemekten kaçmak istemelerini bir noktaya kadar anlamak mümkündür. Ne var ki, körlük onları gittikleri her yerde bulacaktır. Bundan kurtulmak mümkün değildir. Örneğin bu arkadaşlardan birisi hukuk fakültesini bitirmiş, avukat olmuştur. Örgütsel çalışmaları sıkıcı ve anlamsız bulmuş, kendi mücadelesini kendisi vermeye karar vererek, körlerin toplu olarak bulunduğu yerlerden uzak durmayı seçmiştir. Emin olun, bu arkadaşımıza belki müvekkilinin, hatta belki kız arkadaşının yanında bir vatandaşın çıkarıp eline bozuk para tutuşturmayacağını kimse garanti edemez. İşte bu noktada o ana kadar ki tüm çabaları, aldığı onca eğitim sıfıra inmiştir. Para verilmesi belki nadir görülen bir olaydır. Örnek mi yok? Örneğin bu arkadaşımıza şehir hatları vapurunda yolculuk ederken pekala kendisi zar-zor ayakta durabilen 65-70 yaşlarında bir nine, tüm yolcuların önünde kalkarak bu arkadaşımıza yerini vermek isteyebilir. Kuşkusuz kibarca reddedersiniz. Ancak, o anda tüm yolcuların önünde düştüğünüz durumu ve yaşadığınız ruhsal gerilimi düşünün. Diyelim ki, vapura binmiyorsunuz. Peki, yolda, sokakta yanınızdan geçenlerin “cık cık” seslerini, acıyarak iç çekişlerini de mi duymuyor musunuz? Geçenlerde İstanbul’da Mecidiyeköy’de kendimi iyi hissettiğim bir sabah yolda karşıdan karşıya geçiyordum. Bir vatandaş yardım etmek için kolumdan tuttu ve bana sanki çocuğunu azarlar bir tonla: “Niye yanına birisini almadan yollara çıkıyorsun?” diye bağırdı o da yetmiyormuş gibi bir de herkesin işe gittiği ve işten çıktığı saatlerde sokağa çıkmamamın benim için daha iyi olacağı öğüdünü vermeyi de ihmal etmedi. Bu adama ben şimdi ne diyeyim? Bu zihniyetten kaçmanın mümkünü yoktur. Çünkü, körler ve körlükle ilgili düşünceler ve kanılar toplumun hemen hemen her kesimine gelenekle birlikte olabildiğince pek güzel homojen olarak yayılmış durumdadır. Bu düşüncelerden politikacılar, gazeteciler hatta üniversite öğretim üyeleri bile nasibini almıştır. Üstelik, insanların bu tür bir davranış göstermeleri için hayatlarında bir kere bile bir körle karşılaşmış olmaları gerekli değildir. Köre nasıl davranacağını annesinin dizinde dinlediği dilenci kör masallarından, goygoycu hikayelerinden öğrenmiştir. Arkadaşımız bir kişi, karşısındaki toplum milyonlardır. Kısacası, bu akıllı bir insan davranışı değildir. Bazı arkadaşlarımız, özellikle az görenler, toplumun kendilerini bir kalemde başka türlü göreceğinden çekinerek ortama uymakta, körlüklerini gizlemeye yönelmektedirler. Bu arkadaşlarımız bu konuda yanlış düşündüğünü bildikleri toplumun, sanki diğer konularda sağlıklı düşünürmüş gibi bir yanılsama içindedirler. Bu nedenle eksikliği sürekli olarak kendilerinde arama eğilimindedirler. Bunun sonucu olarak, sinmekte, gözlerinin bozukluğunu gizlemekte ve böylece deve kuşu gibi başlarını kuma gömme kolaylığını seçmekte, örgütlerden uzak durarak tam anlamıyla araziye uymaktadırlar. Oysa, bir örgüte olan ihtiyaç o sorun ortadan kalkana dek devam eder. Körlük konusundaki örgütler bu düşünceden hareketle herhalde birkaç yüzyıl daha varolacağa benzemektedir.

Peki, örgütlü, planlı-programlı bu kötü durumu değiştirmek için ne yapacağız? İnsanlara elimizden geldiği kadar körlüğün gerçekten ne olduğunu, birey üzerinde ne gibi etkilere ve değişikliklere yol açtığını anlatacağız. Bu bilgileri bıkmadan usanmadan yineleyeceğiz. Binlerce yıldır kökleşmiş ve artık kültürün derinliklerinde yer etmiş bu inanç ve kanıları birkaç yılda olumlarıyla değiştirebileceğimizi sanmanın hayal olduğunu bileceğiz ve ona göre davranacağız. Onun için örgütleneceğiz, var olan örgütlerimizi güçlendireceğiz. Böylece bir elin nesi var, iki elin sesi var atasözünden hareketle, sesimizi sağır sultan duyana kadar yükselteceğiz. Örneğin, kendi payıma benim, daha etkisiz olduğu dönemlerde bile, en kötü örgüt, hiç örgütsüz olmaktan iyidir düşüncesiyle pek çok avantajı elimin tersiyle iterek, örgütlere üye olmamın ve bilfiil çalışmamın en önemli nedeni budur. Ben, karşımdakilerin garip ve hastalıklı yaklaşımlarından çok fazla rahatsız olmuyorum. Çünkü ben, zaten örgütlü bir şekilde bu düşüncelere savaş açmış durumdayım. Ben bu yanlış tutum davranışları, geliştireceğimiz strateji ve taktiklerimiz için yol gösterebilecek unsurlar olarak bir gözlemci yaklaşımıyla ilgiyle izliyor, zaman zaman bu konuda insanları provoke etmekten bile geri durmuyorum.

Herkes aklını başına devşirmelidir. Görenler, özellikle bu bilgi çağında körlere yönelik yanlış davranışlarını, gelenek böyle diyor, ben de oradan aldım gibi çocukça bir savunmayla açıklayamazlar. Herkes davranış ve düşüncesinden bizzat kendisi sorumludur. Yanlış davranışlarının bedelini körlere ödetmeye, kimsenin ruhsal sorunlarını toplumun zayıf bir halkası olan körlerden çıkarmaya hakkı olmaması gerektir. Yine bu yüzden kimsenin körlere çektikleri bunca sıkıntı yetmiyormuş gibi ek bir takım sıkıntılar, gerilimler yaşatmaya hakkı yoktur. Eğer bu hakkı kendinde görenler varsa, bu durumda körlerin de onların hoşuna gitmeyecek bir takım davranışları göstermeye hakları doğmuş demektir. Bu kimseler en azından körlere de bu şekilde karşılık verebilme hukukunu tanımış durumdadırlar.


2. Bölüm

Körlük ve körlerle İlgili yanlış ön yargı ve inançlar, 1-2 üstün nitelikli insanın değiştiremeyeceği kadar yaygınlaşmış ve kökleşmiştir. İnsanlar kendilerini atalarının yaşam biçiminden, inançlarından geleneksel düşünme şekillerinden uzaklaştırılma çabasına şiddetle karşı koyarlar, o anki düşünce ve yaşam biçimini korumaya özen gösterirler.Yine insanlar, körlükle ilgili inanç ve ön yargıların, abartılı düşüncelerin de aralarında bulunduğu pek çok gelenek öğesini, daha önceki bir yerde belirttiğimiz gibi, henüz çocukken annelerinin dizinde dinledikleri masallardan, manilerden, hayvan hikâyelerinden alırlar, kişilikleri bunlarla oluşur. Bir çocuğun örneğin çocuklukta dinlediği kör dilenci imajını, yetişkinlik çağında söküp atması oldukça güçtür.

Körler Görenlere Neler Anlatmalıdırlar?

En körümüzün bile karanlık bir dünyada yaşadığı yok. Aydınlık ile karşılaştırma durumunun olmadığı bir yerde dünya hem neden karanlık olsun ki? Bir çok kör, aydınlığın ne olduğunu kavrama şansına sahip olmadığı için, onlara göre örneğin karanlık kavramının da bir anlamı yoktur. Bizler görmenin dışında kalan hemen hemen her yönümüzle en azından diğer insanlar kadar normal, sadece cisimleri görme duyusuyla algılayamayan kimseleriz. Bu yönüyle içinde bulunduğumuz durumun, bir takım kimselerin fantezi dünyalarını besleyecek malzeme olarak kullanılmaya çalışılması kadar çirkin bir şey olamaz. Evet, bizler de herkesin yaşadığı acı ve sıkıntılara ek olarak ek bir takım acı ve sıkıntılar yaşıyoruz. Ne var ki, bunlar görmeme yüzünden bazı şeyleri yapamamaktan, istediğimiz gibi üretken ve herkesle eşit fırsatlara sahip olamamaktan meydana gelen acı ve sıkıntılardır. Yoksa, körlükle gelen ve fırsat sağlandığı takdirde yapamayacağımız hemen hemen hiçbir şey yoktur. Birisi çıkıp bu sözden “körlerin her şeyi yapabileceği anlamı çıkıyor, pekala, örneğin körler şoförlük yapabilir mi?” gibi bir soru sorarsa, cevabımız şu olur; “dünyada her gören şoförlük yapıyor mu ki, körlerden böyle bir şey beklensin?” Kaldı ki böyle bir soru eğer yalnızca doğru bilgiye sahip olmak amacının dışında soruluyorsa, o kişide bir takım ruh sağlığı sorunları var demektir.

İnsanlar Acı Çektiğini Düşündükleri Acınacak Durumdaki Kimselere Nasıl Yaklaşmaktadırlar?

Yazımızın başlarında sorduğumuz ikinci soruya dönelim:

Genel olarak insanlar karşılarında acı çektiğini düşündükleri, düşkün durumda gördükleri kimselere nasıl davranmakta, onları nasıl algılamaktadırlar? Bu durum kuşkusuz yalnızca körlerle ilgili bir durum değildir. Ancak, yukarıda anlattığımız gibi körler, insanların yanında hakir görülen, düşkün olduğu düşünülen, acı çektiğine inanılan insan grupları arasındadır ve belki bu grupların başında gelmektedir. Bu nedenle bu bölümde, yapacağımız açıklamalar körlerin yanı sıra kendilerini çeşitli dezavantajları yüzünden benzer konumda hisseden diğer toplum kesimleri için de belli ölçülerde geçerlidir. Körlerle karşılaşan insanlar belli başlı şu tepkileri gösterirler: Uzak durma, suçluluk duyma, acıma ve açıklanmaya ihtiyaç duyulmayan, birlikte olmaktan hoşlanmama gibi tepkiler... Bir takım yazar ve araştırmacılar başka tür tepkilerin ve yaklaşımların bulunduğunu da belirtmektedirler. Şimdilik yukarıdakilere değinmenin yeterli olacağı düşüncesindeyiz.

İnsanlar kendilerini rahatsız eden, onlara hoş olmayan durumları hatırlatan kişi, nesne ve ortamlardan uzak durmayı, görmezlikten gelmeyi, hoş ve güzel ortamlarda bulunmayı isterler. Yukarıda anlattığımız nedenlerle körler ve körlük, onlarda kendilerinin de bir gün gelip bu duruma düşebilecekleri duygusunu hatırlattığından, uzak durma tepkisi gösterirler. Görenler körlerle kurdukları ilişkilerde örneğin göz teması ya da bakışma gibi diğer görenlerle kurdukları teması kuramadıkları için, körleri birer kapalı kutu, ruhsal yapılarıyla iletişim kurulamayan kimseler olarak algılamaktadır. Bunun sonucu olarak, körle ilişkide kendilerini rahat hissetmezler ve uzak durmayı tercih ederler. Bu durum körlerin görme yeteneklerinin olmayışı nedeniyle yaşadıkları pek çok dezavantajı ortadan kaldırabilmek için ihtiyaç duydukları, görenlerle ilişkileri son derece zayıflatmaktadır.

Hoşlanmamaları bir istisna değil, neredeyse bir kural durumundadır. İnsan ancak bir kimseyi tanıdıkça ondan hoşlanır. Tanımak gerçekleşmiyor ki, ondan hoşlansın, denebilir. Yine bu noktada da sorumluluğun büyüğü, maalesef körlere düşmektedir. Kendinden hoşlanılır, hoş-sohbet, güzel insanlar olmak gerekiyor kısacası.

Bu yazıyı görüşlerini almak üzere okuduğum bir görmeyen arkadaş bana “bu kadar olumsuzluğun içinde hiç mi olumlu yanlar yok?”şeklinde bir soru yöneltmişti. Körlerin, toplumsal ilişkilerini zorlaştıran bunca olumsuz unsurdan söz ettikten sonra bazı insanlarda körlere ilişkin var olan bazı olumlu yaklaşımlara da kuşkusuz kısaca değinmeden geçemeyeceğiz. Bunlar, takdir etme, anlayış gösterme ve sempati duyma olarak özetlenebilir. Ancak toplum içinde ağırlıklı olarak yazımızın bu noktasına kadar sözüne ettiğimiz olumsuz unsurların mevcut olması nedeniyle, seyrek rastlanan bu olumlu özelliklere burada daha fazla yer vermenin çok anlamlı olmayacağı düşüncesindeyiz.

Çok zaman ve emek isteyen bir süreçten uzun uzun söz ettik. Yol uzun! Bilimsel yaklaşımlarla uzun bir zaman diliminde çözülebilecek bir sorunla uğraşmak zorunda insanlar yer almakta, diğer uçta görenlerin kafasındaki kör imajıyla uyuşmayan, kendine saygısı olan ve sırf bu nedenle “dik başlı, hatta küstah” olarak nitelenen körler bulunmaktadır. Bana sorarsanız, bedeli yüksek de olsa, dik başlı ve aksi kör tipini tercih ederim.

Bazı kimseler körlerle karşılaştıklarında körlerin yukarıda açıkladığımız kötü durumuna bakarak, kendilerini bu duruma ilişkin suçlu hissetmektedirler “Ben görebilirken, o neden göremesin?” gibi bir duygu içine girebilirler. Bu nedenle, körler için bir şeyler yapılmasını, daha iyi yaşamalarını sağlanmasını isterler. Öte yandan, körlere hizmet götüren kuruluşlar hizmetlerini geliştirirken ve gelir sağlama faaliyetlerinde, toplumdaki bu körler için var olan kolektif suçluluk duygularından yararlanmaya yönelik politikalar uygularlar. Bunun kabul edilebilir bir ölçüsü vardır. Kimi kör kuruluşlarındaki bazı açık gözler, işi düpedüz dilencilik boyutlarına vardırarak, körleri kişiliksizleştirmek, silikleştirmek pahasına toplumdaki bu kolektif suçluluk duygularını olabildiğince kaşımanın yollarını ararlar, gören çoğunluğun daha fazla maddi yardım yapmasını sağlamaya çalışırlar. Onlara göre körler, belki de olduklarından daha perişan görüntülerle ortaya çıkmalıdırlar ki, toplum daha fazla rahatsız olsun, daha fazla suçluluk duysun ki, bu duyguların tahvil edildiği nakit daha fazla gelsin. Kanımca kör örgütleri arasında ve yayın organlarında son yıllarda görülen istismar tartışmaları genel olarak bu çerçeveye oturtulmuştur. Şimdiye kadar yürütülen istismar tartışmalarına ek olarak, yazımızın başından bu yana üzerinde durduğumuz görenlerin körlere yönelik yanlış ve sağlıksız yaklaşımlarının da enine boyuna ele alınması zorunludur. Kuşkusuz yapılmakta olan tartışmaların da artık genel ifadelerden ve kalıplardan kurtarılarak suçluluk duygularının körler bağlamında daha ayrıntılı incelenmesine yöneltilmesi gerekmektedir. Bu tartışmayı derinleştirmek mümkündür. Burada şu kadarını söylemekle yetinelim: Onurlu körler ve onurlu körlerin oluşturduğu kuruluşlar, insanlardaki suçluluk duygularına hitap etmeye tevessül etmezler. Bunun yerine, insanlardaki toplumsal sorumluluk duygularına seslenmeyi daha doğru bulurlar.

İnsanların körlerle ilişkide ortaya koyduğu bir başka tepki şekli acımadır. Acıma sözcüğü ile ifade edilen iki farklı acıma türü vardır. Bunlardan birincisi insanın zor durumda olduğunu düşündüğü ya da hissettiği bir kimsenin bu zorluktan kurtarılması için elinden tutulması, yardım edilmesine dayalı acıma duygusudur. Böyle bir duygu insan ve toplum ilişkilerinin temel unsurlarından biridir. İnsanlar zor durumdaki benzerlerine yardım ederler ve onları zor anlarında yalnız bırakmayarak insanlık görevlerini ve toplum içinde bir arada yaşamanın getirdiği güzel bir takım gelenekleri uygularlar. Örneğin komşular evinde yangın çıkan birinin yardımıma koşarlar, onların ihtiyacını el birliğiyle karşılarlar. Hatta bir araya gelir evini yeniden yapmaya yardım ederler. Aynı şekilde cenaze çıkan bir eve koşulur ve ev halkının acıları paylaşılır, çünkü acının paylaşıldıkça azaldığı bilinir. Yakın geçmişte, ülkemizin yaşadığı Marmara bölgesi depremi üzerine tüm dünyada oluşan duygu yoğunluğuyla insanların yardıma koşmalarının altında da deprem zedeleri hiçbir şekilde küçük görme duygusu yoktur. İnsanlar her an kendilerinin de belki başka nedenlerle benzer duruma düşebileceklerini düşünmektedirler. Başka bir değişle, o anda sıra o insanlardadır ya da piyango o acınan kimselere çıkmıştır. 0 nedenle yardım ederler, kendilerine de benzer bir duruma düştüklerinde yardım edileceğini bilirler. Bu acıma türünün özelliği, acıyanın kendini acınandan üstün görmemesidir. Yukarıda belirtildiği gibi,bir gün benzer bir duruma kendisinin düşebileceğini düşünerek yardım etmektedir.

Sözün burasında sempati ve empati kavramlarının toplumsal ilişkilerde son derece önemli olduğunu belirtelim. Sempati, karşısındaki kimsenin içinde bulunduğu durumu, sıkıntılarını anlamak ve onun bu sıkıntılarından kurtulması için bir şeyler yapmaya istekli olmak; empati ise, kendisini bizzat o acı çeken kimsenin yerine koyarak onun çektiği acıları aynen yaşamak, çektiği sıkıntıları duymak ve onları paylaşmak demektir. Bu duygular insanı insan yapan, insanı yücelten, toplum içinde sosyal dayanışmayı sağlayan en yüce değerlerdir.

Ne var ki bir başka acıma türü daha vardır: Yukarıdaki sağlıklı acıma ve yardımlaşma duygularının aksine bu acıma türü sağlıksız bir kişiliği yansıtır. Bencil, kendini beğenmiş, kendini diğer insanlardan üstün gören kişinin karşısına düşkün durumda bir insan çıkacak olursa, zavallı görünüşüyle karşısındaki bu kimse onda büyük bir ruhsal rahatsızlık yaratır. “Çok şükür, bu durumda olan ben değilim” şeklinde düşünerek içten içe sevinir. Ne var ki, örneğin körler için söylenecek olursa, çok şükür ben görebiliyorum demek, bir yerde böyle bir talihsizliğin kendisinin değil de karşısındakinin başına gelmiş olmasının yarattığı hoşnutluk demektir. Ortaya çıkan bu ruhsal gerilimle birlikte bu şekildeki hoşnutluk duygusu, bir anda suçluluk ve pişmanlık duygusu olarak kendini gösterir. Bu suçluluk ve pişmanlık duygusunu yatıştırabilmek için insanın bir şeyler yapması, bu duyguların diyetini ödemesi gerekir. Karşısındaki kimse ne kadar düşkün ve perişan durumdaysa yarattığı ruhsal gerilim ve haline şükretme, dolayısıyla bu felaketin karşısındakinin başıma gelmiş olması sonucu duyulan rahatlama yada hoşnutluk ve ortaya çıkardığı utanma duyguları o denli büyük olacaktır. Ortaya çıkan suçluluk ve pişmanlık duyguları ne kadar büyükse ödenmesi gereken diyet de o kadar büyüktür. Körlük ciddi bir durum olduğundan, ortaya çıkardığı ruhsal gerilim, haline şükretme ve buna bağlı olarak ödenen diyet de pek çok duruma göre yüksek olmaktadır. Körlerle ilgili olarak ödenecek diyetin bilinen çok yaygın bir şekli vardır: Sadaka vermek! Ancak, böyle biı ruhsal durumun sonunda verilen sadakayla, körlerin gerçekten durumunu anlayarak, onlara sosyal dayanışmanın bir gösterisi olarak sadaka vermenin ya da maddi yardım yapmanın arasında önemli bir fark vardır. Bu tür gerilimler sonunda suçluluk duygusunu yatıştırmak için yapılan yardımın arkası aranmaz, nereye gittiği, nasıl kullanıldığı sorulmaz. Çünkü o insan, bunu gerçekten bir ihtiyacı gidermeye yönelik olmaktan çok, kendini rahatlamak için vermektedir ve bir an önce olaydan ve ortamdan uzaklaşmaya çalışmaktadır. Diyeti ödediğini düşünen insan, bir an önce aklından bu kişiyi ya da ortamı çıkarmaya bakmaktadır. Bütün diğer kampanyalar ve yardım toplayan kuruluşların hesapları kamuoyunca sıkı sıkı takip edilirken, kör derneklerinin yıllardır topladıkları bunca paranın nereye gittiği, nasıl kullanıldığı, parayı verenler tarafından soruluyor mu? Bu durum size hiçbir şey anlatmıyor mu?

Bu ruhsal süreci günlük yaşantıdan başka bir örnekle açıklayalım: radyo ve televizyon haber bültenlerinde, yaşadığımız kentte meydana gelmiş bir trafik kazası sonucu ölen ve yaralananların listesini dikkatle dinleriz. 0 listeyi neden dikkatle dinlediğimizi hiç düşündünüz mü? Aralarında bir eş-dost var mı diye değil mi ? Liste bitip de tanıdık birinin ismine rastlamayınca rahatlarız. Oysa, o ölenler de insandır. Bir anda böyle düşündüğümüzü fark eder kendimizden utanırız. Bunun sonucu olarak böyle düşünmekten dolayı kendimizi suçlarız. Böylece trafik kazaları akşam sohbetlerimizin konusu olur ve tedbir alınması konusunda düzenlenen kampanyalara katılırız. Bu tür davranış biçimi özünde bencil, sağlıksız bir kişilik tipiyle benzerlik gösterse de, toplumsal davranışlarımızın genellikle olumlu bir unsuru halinde yararlı işlevler görür.

Bencil ve kendini beğenmiş bir kişilik tipiyle benzeşen böyle bir kimse yukarıda belirttiğimiz gibi yardımı kendisini rahatlatmak için yaptığından karşısına maazallah verdiği sadakayı ret edecek “küstah” bir kör çıkacak olursa, bir anda rahatsız olmakta ve öfkeye kapılmaktadır. Bu durumu şu şekilde açıklayabiliriz: Burada kör ruhsal gerilim yaşayan bu yurttaşa rahatlama şansı tanımamaktadır. Örneğin dolmuşa binen bir körün parasını ödemek isteyen bir görene nasıl tepki gösterilmelidir? Ödeyecek parası olduğunu söylemek yada dolmuştaki herkes gibi ücretini ödemek istemek yanlış mıdır? Ya da parası olduğu ve onuruna dokunduğu halde, sırf karşısındaki insanın bir daha yolda gördüğü herhangi bir köre yardım etmemesine yol açmamak için körler, bu tür yardımları kabul etmeli midirler? Bu konu körler arasında yeteri kadar tartışılmalıdır. Bana sorarsanız, ilke olarak ben ret etmekten yanayım. Körlüğü bir tarafa bırakın örneğin dolmuşta arkadaş ya da akraba değilse kaç kişi yanındakinin ücretini ödemeye kalkar? Ne var ki yazının önceki bölümlerinde yer verilen anlayışlar olduğumuzu bilmemiz gerekir. Gerçeklerin farkında olmak ümidimizi kıracak yerde gücümüz olmalıdır!


.ALINTIDIR.