Duygusal Bir Deneyimdir Öğrenme


Öğrenme, complex ve duygusal bir deneyimdir. ‘Öğrenme yöntemimiz’; daha bebeklik döneminde, okula başlamadan çok önce, başta annemizle, daha sonra da diğer aile bireyleri ile olan ilişkilerimiz çerçevesinde gelişir.

Öğrenme, complex ve duygusal bir deneyimdir. ‘Öğrenme yöntemimiz’; daha bebeklik döneminde, okula başlamadan çok önce, başta annemizle, daha sonra da diğer aile bireyleri ile olan ilişkilerimiz çerçevesinde gelişir.

5 Yaş, çocuğun bebeklik dönemini geride bırakarak erken çocukluk dönemine girdiği bir yaştır. Bu döneme psikolojide gizlilik anlamına gelen ‘Latency’ dönemi denilmektedir.
11 Yaş ise ergenliğin ilk belirtilerinin görüldüğü zor bir dönemin başlangıcıdır.
Çocuğun yaşı ne olursa olsun, aralarında önemli farkların olduğu iki ‘öğrenme’ yöntemi vardır. Bunlardan birincisi ‘ezbere’ dayalı , ikincisi ise ‘deneyimleyerek öğrenme’ dir. İlk öğrenme yönteminde merak ögesi eksiktir ve sadece bilginin yığılması söz konusudur. İkincisinde ise kişi kendi deneyimlerinden yola çıkarak zamanla dünyayı anlamlandırarak öğrenir. Öğrenme yöntemimiz büyük ölçüde aile yapımız ve yaşama çevremizin etkisi altında şekillenir.



Psikanalitik teory, özellikle de Melanie Klein ve ondan sonra gelen Kleinian analistler bebeklik döneminde kazanılan deneyimlerin ilerideki öğrenme biçimimizin temelinde yer aldığına inanırlar. Bu benimde kişisel olarak çok anlamlı bulduğum bir yaklaşımdır. Wadell, 1998 yılında yazdığı makalelerinden birinde çocuğun gelişme ve ruhsal büyümesinin, yaşamının ilk yıllarında içinde olduğu yaşama çevresi içinde egemen olan ‘öğrenme yöntemi’ ile doğrudan ilgili olduğunu yazmıştır. Klein’da ‘Öğrenmenin Ketlenmesi’ başlıklı makalesinde her çocuğun aslında bir ‘öğrenme arzusu’ ya da içgüdüsüyle (the epistemophilic instinct) doğduğundan söz eder. Başlangıçta bu merak, anne üzerine odaklıdır. Zamanla çocuk büyüdükçe ailenin diğer üyelerini de içine alır. Dolayısı ile anne; bebek için ilk ilgi ve merak nesnesidir. İşte bu merak ile birlikte bilme arzusunun hem devam etmesi hem de öğrenme ve başka şeyleri de bilme arzusuna dönüşmesi, çocuğun motivasyonu ve anne-babasının duygusal kapasitesi arasındaki ilişki ile doğrudan ilgilidir. Ancak başlangıç için önemli olan anne bebek arasındaki ilişkinin niteliğidir. Dolayısı ile bebeği ağladığında bebeği ile gerçek anlamda ilgili olan, onunla duygusal bir iletişim kurabilen bir anne, bebeğin ağlamasının nedeni olarak, kesin ve çabuk sonuçlara varmak yerine, ağlayarak bebeğinin ne anlatmaya çalıştığı üzerine düşünüp, bebeğine kaygılı hatta öfkeli bir şekilde yanıt vermeyip, hem sesi hem de beden dili ile onu anlamaya çalıştığının mesajını verir. İşte böyle bir ilişkide bebek de, ağlamasının nedeni ile birlikte onu gerçekten anlamaya çalışan kendisi ile ilgili bir anneyi algılar. Dolayısı ile de bebek büyük bir olasılıkla deneyimleyerek, sabır ve anlayışla öğrenmeye çalışan bir figürü içselleştirip ilerideki ‘öğrenme biçiminin ‘ ilk temellerini atmış olur . Böylesi bir anne bebek ilişkisi içinde, kendi duyguları üzerine düşünüldüğünü deneyimleyen bebek zaman içerisinde anneye olan merakını, önce kendi duyguları üzerine sonrada yaşama çevirecektir. Ancak bu her zaman böylesi kesin bir neden-sonuç ilişkisi içinde söz konusu olmaz. Çünkü etkili olan bir başka önemli faktör de mizaçtır. Ancak elbetteki kazanılan olumlu deneyimler hiç kuşkusuz olumlu bir başlangıç sağlar.
Annenin depresyonda, ya da şu veya bu nedenle mutsuz olduğu bir anne bebek ilişkisi düşünelim. Anne, bebeğini duygusal olarak yanıt veremediğiı gibi aynı zamanda ilgisiz olsun. Anne ve bebek arasında bağlanmanın yaşanmadığı, bebeğin kaygı, korku dolu duygularının anne tarafından anlaşılmadığı,değerlendirilmediği bir ilişkide bebek de yöntem olarak bu türden negatif duygularla mücadele etmek, üzerine düşünmek yerine direkt projekte etmeyi öğrenir. Size tam da bu noktada konu ile ilgili çok çarpıcı bir örnek olacağına inandığım bir deneyimimden söz etmek istiyorum.



Bana bir süre önce 7 yaşında bir çocuk getirilmişti. Psikoloğa sevk edilişindeki neden, okulda başladığı hiçbir şeyi tamamlayamaması, sürekli yazdıklarını silmesi, kendisine yazısının güzel olduğunun söylendiği durumlarda bile tatmin olmayarak büyük bir öfke ile çöpe atması, sürekli kitap ve ödevlerini kaybetmesi ya da unutması, öğrendiği düşünülen bilgileri bile sorulduğunda hatırlayamaması idi. Seanslarda babasının annesini hamileyken terk ettiği, doğumdan hemen sonrada annenin onu evlatlık olarak verdiğini, sürekli bir aile bulununcaya kadar da pek çok aile değiştirdiği ortaya çıktı. Çocuğun geçmişte sürekli olarak terk edilmesi deneyiminin ona kendisini hiç kimsenin istemediği mesajını vermişti. Kendisini adeta hiç değer verilmeyerek fırlatımış bir ‘çöp’ gibi hissediyordu. Anne ve babasının kendisi üzerine düşünmedikleri gibi onu çoktan unutmuş olduklarına inanıyordu. İşte kendisini içinde bulduğu bu duygular onun öğrenmeye karşı bilinç-dışı olarak geliştirdiği tavrını açıklıyordu. O da bilinç-dışı bir tepki olarak kendisinden beklenileni red ediyor(geçmişte sürekli terk edilme deneyimi), çalışmalarını hiç beğenmeyerek işe yaramadıklarını düşünüp,öğrendiklerini de unutuyordu (anne ve babasının kendisine geçmişte davrandığı, sonrad da unuttuğu gibi), İşte zaman içinde içselleştirmiş olduğumuz değişik figürler bizim kişilik yapımızı büyük ölçüde belirlerler.

Güvenli bağlanma-secure attachment- ruhsal anlamda sağlıklı ve yaratıcı bir yaşam için çok önemlidir. Bebekliğinde güven içinde bağlanma deneyimini yaşamamış olan çocuk kaygılı ve güvensizdir bu duygu durumuda onun dünyayı özgür bir şekilde deneyimleyip, keşfetmesine, öğrenmesine engel olur. Kendini güvende hissetmek için hep yakın ufuklar çizer, kolay hedefler belirler. Arştırma sonuçları, güven içinde bağlanma deneyimini edinmiş olan çocukların ise dikkat sürelerinin uzun ve kolay konsantre olabildiklerini ortaya koymuştur.
Öğrenme de problem yaşayan pek çok çocuk için, çocuğun edindiği ilk deneyimeler ve şu anda aile içinde yaşanan problemlere verdiği tepkileri birbirinden ayrı düşünmek çok mümkün değildir üstelik de bu durum doğumdan önce başlamıştır.

Klink Psikolog
Özden Dandul

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi
İstanbul

.ALINTIDIR.