Ben ölüp de tabutumu geçirdikleri zaman,

Benim bu dünyanın dertleri ile uğraştığımı sanma.

Cenazemi görünce: Ayrılık, ayrılık! diye ağlama.

Benim sevgilime kavuşmam asıl o zamandır.

Beni mezara bırakınca: Ayrılık, ayrılık! Deme;

Çünkü mezar bir perdedir ki arkasında cennetlerin huzuru vardır.

Felsefesi, bütün iyilik ve kötülükleriyle insanı, insanoğlunu sevmek ilkesine dayanan, insanlığın mutluluğu özlemi içinde yaşayan Mevlana Celâleddin Rumi, yukardaki mısralarıyla ölüme meydan okumuş, insanların ölümle yok olma kuşkularına hayal ve şiir katmıştır.

mevlanaTürk şiir ve tasavvufunun (İslam felsefesi) bu yüce varlığı çevresine yıllarca iyilik ve umut kaynağı olmuş, düşüncelerini şiirin ve nesrin en üstün örnekleriyle bütün insanlığa bol bol sunmuştur. Bir gün hastalanıp yatağa düştüğü zaman bile, kendisini taparcasına sevenlere: Kendinizi üzmeyiniz, hastalığımız bizi bu dünyadan ayıracak bir sebepten başka bir şey değildir… diyecek kadar derin ve içli öğüdü vermişti.

Türk Anadolu Selçuklu Devleti’nin ünlü başkenti ve çağının yüksek bir kültür merkezi olan Konya şehrinde bir akşam güneş batarken büyük Mevlâna hayranlarının kollan arasında son nefesini verdi (17 Aralık 1273). Arkasında, sunduğu bilgilerle aydınlanan binlerce öğrenci, milyonlarca hayran ve ciltlerle fikir ve sanat eseri bırakan Mevlana, İslam dininin belli başlı tarikatları arasında sayılan Mevlevilik in de kurucusuydu.

Ölümünün yankılan Türkiye sınırlarını aşmış, bütün insanlığı derin üzüntüyle sarsmıştı. Müslümanlar, O, Peygamberin nuru ve sırrıdır, faziletlerin sonsuz denizidir, Hristiyanlar: Bizim İsa’mız O’dur. Museviler: Musa’mız O’dur diyecek kadar kişiliğindeki üstünlüğü değerlendiriyorlardı. Kendi felsefesiyle izah edilmek istenilen geçici dünyadan bu göçüşüne ölüm demeye dili varmayan insanlık, o günü bir Şeb-İ aruz (Düğün gecesi) diye andı.

Türklüğün büyük şair, bilgin ve düşünürü Mevlana Celaleddin Rumi, bugün Afganistan Türkistan’ı topraklarında kalan Belh şehrinde doğdu (30 Eylül 1207). Babası, yaşadığı çağın ünlü bilginlerinden olan ve Bilginlerin Sultanı diye anılan Bahaeddin Veled, annesi Harzemşahlar soyundan Mümine Hatun’dur.

Bahaeddin Veled, Harzemşahlar sülalesinin baskılarından kurtulmak amacıyla ailesiyle birlikte Belh şehrinden göçmek zorunda kalmıştı (1221). 300 deveden meydana geldiği söylenen bir kervanla yola çıkan kafile, önce Nişabur’da konakladı. Küçük Celâleddin, burada, Doğu’nun ünlü şairi Feridüddin Attar ile tanışmak imkânını buldu. Oradan Bağdat, Küfe, Mekke, Medine, Şam ve Halep şehirlerine uğradıktan sonra kafile Anadolu’ya geçti. Her gittiği yerde saygı ile karşılanan ünlü bilgin Bahaeddin Veled’in ve ailesinin bu gezginlikleri yedi yıl sürmüştü.

Anadolu’da önce Erzincan’a yerleşen aile, kısa bir süre sonra Malatya üzerinden Karaman’a geldi. Artık 18 yaşına girmiş olan Celaleddin, burada Şerafettin Semerkandi’nin kızı Gevher Hatun’la evlendirildi. Annesi Mümine Hatun ve büyük kardeşi Alaeddin’in ölümleri üzerine Celâleddin bu kere de babasıyla birlikte Konya’ya göçtü.

Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın konuğu olan Bahaeddin, Konya’da büyük saygı ile karşılanmış ve Medresede (O çağın üniversitesi) dersler vermeye başlamıştı. Mevlana, Belh’den hareketlerinden sonra uğradıkları her şehirde ünlü bilginlerle tanışmış, dersler almış, bilgisini bütün derinliğiyle zenginleştirmek imkânını bulmuştu. Bunun yanı sıra, babası Bahaeddin Veled’in geniş bilgisinden ve sağlam eğitiminden yararlanan Mevlâna, delikanlılık çağında iken çağının ünlü bilginleri arasında yer almıştı. Babasının ölümü (1231) üzerine Konya’nın dört Medresesinin müderrisliği (Profesörlük) ona verildi. Bir yandan öğrencilerini yetiştirirken bir yandan da yüksek dehasının aydınlattığı felsefî konular üzerinde eşsiz eserler yaratıyor, ününü bütün dünyaya yayan şiirlerini yazıyordu.

TEBRİZLİ ŞEMS VE MEVLANA

Mevlana, ününün bütün ülkelere yayıldığı bir dönemde, Tebrizli Şems adında bir dervişle karşılaştı. Yüksek düşünce ve ince duygular taşıyan bu dervişin Mevlana üzerindeki etkisi son derece kuvvetli oldu. Şems’e, Mevlana’nın deha ateşini tutuşturan meşale gözüyle bakılıyordu. Çünkü Mevlâna, bu buluşmadan sonra bütün çevresini bir yana bırakarak hep Şems’le görüşmüş, yepyeni bir dünya görüşü ve sanat anlayışıyla dolmuştu. Şems’e verilen bu üstünlük, Mevlâna’nın hayranlarını üzmüş, sonunda elbirliğiyle dervişin ondan uzaklaştırılması öngörülerek Konya’dan gizlice Şam’a gitmesi sağlanmıştı (1246). 9 ay süren bu ayrılığın Mevlana’yı son derece üzmesi üzerine oğlu Sultan Veled, Şems’i bulup getirmek zorunda kaldı. Böylece yeniden buluşan iki dost, artık birbirlerinden ayrılmaz oldular, bütün hayranlarını yüzüstü bıraktılar. Mevlana, derslerine de, konuşmalarına da ara vermiş, yalnız Şems’in ruh ve fikir dünyasıyla baş başa kalmıştı. Bir kere daha Şems’e düşman kesilen Mevlana’nın öğrencileri, Tebrizliyi bir daha ortaya çıkarmamak üzere Konya’dan uzaklaştırdılar (1247).

Bu olaydan sonra Mevlana’nın yaşayışında büyük bir değişiklik meydana geldi. Durmadan şiirler söylüyor, o zamana kadar kimsenin akıl erdiremediği konular üzerinde birer deha ürünü değerinde olan açıklamalarda bulunuyor, yoruluncaya kadar Sema (Mevlevi oyunu) yapıyor, Şems’in adını kendi adıymış gibi anıyordu. Mevlâna, en ünlü eserlerini dehasının Şems ateşiyle tutuştuğu bu dönemde vermiştir.

MEVLANA’NIN FİKİR VE SANAT YÖNÜ

Mevlana, bütün İslam tasavvufunun (felsefesinin) en büyük temsilcilerinden biridir. Batı felsefesiyle uzlaştırdığı İslâm tasavvufunu, bütün insanlığı kapsayan bir hayat anlayışıyla geliştirmiştir. Hayali bir idealizm sınırını aşmayan varlık birliği tasavvuf fikrini, insancı ve ahlâkçı görüşlerle değerlendiren Mevlana’dır. Geniş ve çeşitli topluluklar adına konuşur, düşünce ve inanç özgürlüğüne büyük değer verirdi. Bu düşüncelerden hareket ederek en yüksek insanlık anlayışına ulaşmıştı. Mevlana’ya İslam Dünyası’nda Kitabı vardır, ama peygamber değildir» denmesinin ve peygamberden sonra en çok sayılan insan olmasının nedenlerini bu yüksek insanlık duygularında aramak gerekir. Doğu’da olduğu kadar Batı’da da sevilmiş, aranmış, eserleri yabancı dillere çevrilmiş olan Mevlana’nın şiirleri sembollerle bezenmiştir. Bu şiirlerde şiddetli bir tabiat sevgisi görülür. Tanrı’ya bağlılığın insanı yücelttiğini, arıttığını kendi yüksek deyişleriyle belirtmiştir. Mevlana, hiçbir doğuş ayrıntısı gözetmeksizin bütün insanlara değer verirdi. Doğu’nun hiçbir şair ve düşünürü, onun lirizm ve düşüncelerinin etkisinden kurtulamamıştır. İngiliz düşünürü A. J. Arberry, Mevlâna’yı Dünyanın en büyük şairidir, diyemeyenler, en büyük şairlerinden biridir, demek zorunluğundadırlar sözleriyle nitelendirmiştir. Başta Alman şairi Goethe olmak üzere birçok düşünür ve şair, Mevlna’ya karşı duydukları hayranlığı her zaman belirtmişlerdir. Hollandalı ünlü ressam Rembrandt da Mevlana’nın bir tablosunu yapmıştı. Batı’da Mevlâna ile ilgili sayısız eser yayınlanmıştır.

Mevlana, özbeöz bir Türk soyundan olduğu ve Türklüğe bağlılığını eserlerinde de açıklamakla birlikte yaşadığı çağın etkisiyle şiirlerinin çoğunu Farsça yazmıştır. Kendisi bir şiirinde bunu şöyle belirtir: Her ne kadar Farsça söylüyorsam da soyum Türk’tür. Büyük şair, geniş bilgilerinin yanı sıra Farsçadan başka İbranice ve Grekçe’yi de öğrenmiş, eserlerinin içine bu dillerden kelimeler serpiştirdiği de olmuştur.

MEVLANA’NIN ESERLERİ

Mesnevi: Mevlana 6 ciltte topladığı ve 25.700 beyitten meydana gelen bu ünlü eserinde tasavvufi (felsefî) düşüncelerini ilginç hikayelerle ve Failatün – failatün – failat aruz vezniyle yazmıştır. Bu ünlü esere Doğu ülkelerinde kutsal bir değer verildiği gibi birçok Batı dillerine de çevrilmiştir.

Divan-ı Kebir: Büyük şairin sanat gücünü belirten bu çok ünlü eser, gazel ve rubailerden meydana gelen 40.380 beyittir. Farsça yazılan bu şiirler içinde birçok Türkçe ve birkaç da Rumca ve Arapça kelimeye rastlanır. İçli bir lirizmle dile getirilen bu şiirler, Mevlâna’nın yüksek kişiliğinin ölümsüz bir anıtı değerindedir.

Büyük şairin bunlardan başka Mektubat, Mecalis-i Seb’a, Fih-i Mâ – Fih adlı Farsça ve tasavvufla ilgili eserleri de vardır.

MEVLANA’NIN AİLESİ

Mevlana, Karaman’da evlendiği Gevher Hatun’un ölümünden sonra Kera Hatun adında dul bir kadınla evlenmiştir. İlk eşinden Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi dünyaya gelmiştir. Kera Hatun’dan ise Emir Muzaffe-reddin Alim Çelebi ile Melike Hatun doğmuştur.