1534 yılında, Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’ı fethetmişti. Fetih heyecanının hüküm sürdüğü o günlerde, büyük bir Türk Şairinin Padişah’a, Sadrazam İbrahim Paşa’ya, Kazasker Kadri Efendi’ye, Vezir Rüstem Paşa’ya ve Nişancı Celâl-zade Mustafa Çelebi’ye kasideler vererek Osmanlı ileri gelenlerinin himayelerine sığınmak istediği görülür. Daha sonraki yüzyıllarda, birçok Türk şairini etkisi altında bırakacak olan ve Türk Edebiyatı’nın yetiştirdiği ünlü, belki en büyük ve en üstün sanatçılarından biri olan bu şair ve yazar Fuzuli takma adıyla tanınan Mehmet Süleyman’dı.

Fuzuli, Safevi’ler çağında olduğu gibi Osmanlı imparatorluğu zamanında da değeri anlaşılamamış, gereken himayeden uzak kalmıştı.

Türk Mizah Edebiyatı’nın en üstün örneklerinden biri sayılan Şikayetnamesinde, Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi’ye Padişah’ın kendisine bağladığı maaşı Evkaf memurlarının vermek istemeyişini, şikayet dolu dille şöyle anlatır:

Selam verdüm rüşvet degüldür deyu almadılar, hüküm gösterdüm faidesüzdür deyu mültefit olmadılar. Egerçi zahirde suret-i itaat gösterdiler amma zeban-ı hal ile cemi-i sualüme cevap verdiler. Dedüm bu ne fiil-i hata ve çin-i ebrudur, dediler muttasıl ade-tümüz budur. Dedüm benüm reayetüm vacib görmüşler ve bana berat-ı tekaud vermişler ki evkafdan hemişe behre-mend olam ve Padişaha feragatle dua kılam. Dediler ey miskin senün mezalimüne girmişler ve sana sermaye-i tereddüd vermişler ki mü-dam bi-faide cidal edesin ve namübarek yüzler görüb namülayim sözler işidesin. Dedüm beratumun mazmunu niçün suret bulmaz. Dediler zevaiddür husuli mümkin olmaz. Dedüm böyle evkaf zevaidsüz olur mı? Dediler zaruriyat-ı Asitane’den (istanbul) ziyade kalursa bizden kalur mı? Dedüm vakıf malin ziyade tasarruf etmek ve-baldür. Dediler akçemüzle satun almtşuz bize helâldür. Dedim hisab alsalar bu sü-lûkünüzün fesadı bulunur. Dediler bu hisab kıyametde alınur. Dedüm dünyada dahi hisab olur zira haberin işitmişüz. Dediler andan dahi bakümüz yokdur kâtibleri razı etmişüz. Gördüm ki sualüme cevabdan gayri nesne vermezler ve bu berat ile hacetüm reva görmezler naçar terk-i mücadele kıldum ve meyus-u mahrum gûşe-i uzletüme cekildüm.

Doğduğu yıl kesinlikle bilinmeyen Fuzuli’nin doğduğu yerle de ilgili çeşitli söylentiler vardır. Tarih yazarı Ali onun Bağdatlı olduğunu, orayı yurt edindiğini, tarihçi Kınalızade, Hille’li bir başka tarihçi Riyazi ise Kerbelâ’lı olduğunu yazarlar. Fuzuli, Divanın önsözünde Irak-ı Arap da doğduğunu, ömrü boyunca başka bir ülkeye gitmediğini, Ker bela toprağının öteki ülkelerden daha şerefli olduğunu belirtir. Kendi şiirini her yerde yücelten sebebin de bu olduğunu söyleyip, Kerbela’da doğduğuna işaret eder.

Farsça divanının önsözünde de Ker bela toprağındaki şehitlerin Hasan ve Hüseyin kanlarıyla karışmış öldüğünü, kendi hamurunun da bu toprakta yoğrulduğunu, o havayla o suyla geliştiğini bu yüzden şiirlerinde ıstırap bulunduğunu açıkça belirtmiştir.

fuzuliTarihi kaynaklardan Sadıki Tezkeresi Fuzulinin Bayat Aşiretine bağlı olduğunu yazar. Bayat Aşireti, Irak’a yerleşmiş Oğuz Türklerinin en büyük ve ünlü aşiretlerinden biridir. Ayrı olarak Fuzuli anadilinin Türkçe olduğunu söyler.

İyi bir öğrenim gören Fuzuli’nin Türkçe, Arapça ve Farsça şiirlerinden, onun Felsefe, Tıp, Kimya, Astronomi ve Dinî bilimlerde geniş bilgisi olduğu anlaşılmaktadır.

Adının Mehmet, babasının adı Süleyman olan ve Fuzuli mahlası (takma adı) ile ün salan bu büyük Türk şairinin nasıl bir hayat geçirdiği kesin olarak bilinmiyor. Yalnız yine bazı şiirlerinden anlaşıldığına göre Irak’ta Necef’te gömülü bulunan Hazreti Ali’nin türbesinde görevli olduğu ve buna karşılık bir maaş aldığı, ama günün birinde bilinmeyen bir sebepten ötürü bu maaşının kesildiği anlaşılıyor. Bu olayın Safevî’ler çağında geçtiği sanılmakla birlikte tarihi kesin olarak bilinemiyor. Maaşının kesildiği tarihten Osmanlı Türklerinin Bağdat’ı fethine (1534) kadar geçen süre içinde de nasıl bir hayat geçirdiği belli değildir. Bu dönemde Kerbelâ’ya çekildiği ileri sürülmektedir.

Bağdat’ın Osmanlı yönetimine geçmesinden sonra Osmanlı ileri gelenlerini görüp onlara kasideler sunmak için Bağdat’a kadar gittiği, o yıllarda işsiz olduğu ve yoksul bir, durumda bulunduğu yine şiirlerinden öğrenilmektedir. Fetih günlerinin sevinci içinde Fuzuli’nin mükâfatlandırıldığı ve az çok rahat bir hayata kavuştuğu sanılmakla birlikte daha sonraları onun Kanunî çağının öteki şairleri gibi büyük para yardımı ve- mükafat görmesiyle ilgili vesikalar ele geçmemiştir. Ama Fuzuli’nin Osmanlı Türkleri çağında eski durumundan kurtulduğu, ara sıra para sıkıntısı çektiği, orta derecenin üzerine çıkamadığı ve ününe layık biçimde mükâfatlandırılmadığı da bir gerçektir.

FUZULİ’NİN ESERLERİ

TÜRKÇE DİVANI: Bu divanın Türkiye ve Avrupa kitaplıklarında çeşitli tarihlerde yazılmış yüz kadar el yazması nüshası vardır. Tebriz, Kahire, Bakü ve İstanbul’da ayrı ayrı tarihlerde 23 defa basımı yapılmıştır. Yeni Türk harfleriyle Abdülbaki Gölpınarlı ve Prof. Ali Nihat Tarlan ayrı ayrı düzenleyip yayımlamışlardır.

FARSÇA DİVANI: Eserin Türkiye ve Avrupa kitaplıklarında çeşitli el yazmaları vardır.

ARAPÇA DİVANI: Eserin tek el yazması Leningrat Asya Müzesi’ndedir.

LEYLA İLE MECNUN MESNEVİSİ: Bu mesnevinin Türkiye ve Avrupa kitaplıklarında 23 el yazma nüshası vardır. İstanbul ve Tebriz’de ayrı ayrı tarihlerde 7 defa basımı yapılmıştır. Yeni Türk harfleriyle de yayımlanmıştır (Necmettin Halil Onan: Leylâ ve Mecnun -1927).

HADİKAT – ÜS SÜEDA: Kerbelâ olayını anlatan düz yazı ve şiir karışık bir eserdir. 100 kadar el yazma nüshası vardır. Kahire ve İstanbul’da 8 defa basımı yapılmıştır. Yeni Türk harfleriyle de yayımlanmıştır.

MEKTUPLARI: En ünlüsü Nişancı Celâl-zade Mustafa Çelebi’ye yazdığı Şikâyetnamedir. Bundan ayrı olarak Ahmet Bey, Ayas Paşa, Kad Alaüddin ve Kanuni’nin oğlu Beyazıt Çelebi ye yazdığı mektuplar da vardır. Bunlar şiirlerle de süslenmiştir.