Türkiye’de öğretmen olmak zor. Hem de çok zor. Önce eğitim fakültesini bitiriyorsunuz. Sonra yıllarca KPSS’ye hazırlanıyorsunuz. Ardından da yine yıllarca atama bekliyorsunuz. Bu, bazen 5, 6 yılınızı alabiliyor. Ve bu arada, öylesine çöküyor ve her şeyden öylesine uzaklaşıyorsunuz ki, atamanız gerçekleşip göreve başladığınızda, bir enkazdan farkınız olmuyor. Ne öğretmenlik heyecanı kalıyor ne de sevgi. Hemen her şeye karşı hınç duyuyorsunuz. Devlete, sisteme, okula ve neredeyse çocuğa...
Oysa eğitim fakültesine girdiklerinde hemen hepsi öğretmen olmanın hayaliyle yanıp tutuşuyorlardı. Onları bu hale getiren devletin ta kendisi. Önce öğretmenlikten soğutuyor sonra da eğitimden.
Göreve başladıklarında artık her şey için çok geç kalınmış oluyor. Ne o boş yere kaybedilen yıllar geri geliyor ne de bozulan moraller.
Üstüne üstlük bir de kuş uçmaz, kervan geçmez en ücra köşelere tayinleri çıkınca, sorunlara yeni sorunlar ekleniyor. Hele bir de evliyseniz ve eş durumu tayini olmadığı için eşiniz ve çocuğunuz, yüzlerce hatta binlerce kilometre uzaktaysa, gelin de aklınızı derse verin, gelin de kendi sorunlarını çözemeyen ve enkaza dönüşmüş biri olarak, öğrencilerinizin sorunlarını çözün...
Öğretmenlik hayalleri, hem de devlet tarafından sanki kasıtlı bir şekilde yok ediliyor. “Sözleşmeli Kölelik Dönemi” dedikleri süreçte zaten pek çoğunun kafası karma karışık hale geliyor. Madem ihtiyaç var devlet neden atamamızı yapmıyor, neden taşeron şirketler gibi bizi üç kuruşa çalıştırıyor, neden aynı sınıfta, aynı öğrencilere, aynı dersi veren diğer öğretmenlerden bizi ayrı tutuyor diye soruyorlar, sorguluyorlar ama işin içinden çıkamıyorlar.
Öğretmenler dertli. Hem de çok dertli. Her gün yüzlerce mail geliyor. Ve hepsi de kırgın, öfkeli ve bir arayış içerisinde.
Ve umarız, yeni dönemde, yeni bakanla, yeni umutlar da yeşerir.
İşte dün bu satırları yazdığım sırada gelen birkaç mail:
“Çevre şartlarının yanında bir de evimizden ve eşimizden ayrı yaşamak, yaşam koşullarımızı daha da zorlaştırıyor. Fiziki zorluklara dayanabiliyoruz ama ruhsal olarak çökmüş durumdayız. Kadrolu özür mağduru birçok öğretmen arkadaşımız, şubat döneminde evlerine gitmeye hazırlanırken, MEB’in il emri uygulamasını kaldırması sebebiyle aynı sıkıntıları yaşamaya devam ettik. Ve dün yine aynı başvuru ekranıyla karşılaştık. Neticede başvuru dahi yapamıyoruz ve ailelerimiz parçalanmaya devam ediyor. Bu belirsizlik birçok öğretmen arkadaşımı mağdur etmekte ve verimli çalışmamızı engellemektedir.”
“2006’da Diyarbakır’ın bir dağ köyünde sözleşmeli olarak göreve başlamış bir sınıf öğretmeniyim. Sözleşmeli olarak başladığım için annem babam dahil pek çok kişiden tepki gördüğümü söylemeliyim. Sizin de bildiğiniz gibi sözleşmeli öğretmenlerin özlük hakları ortada. 1.5 yıl, Diyarbakır’da çalıştıktan sonra aynı benim gibi sözleşmeli sınıf öğretmeni olan eşimin yanına 2007 yılı şubat ayında eş durumundan tayin isteyecektim ki devletim o yıl sözleşmeli öğretmenlere eş durumu tayini açmadı. Mağdur oldum. Eşim Kahramanmaraş’ta, ben Diyarbakır’da ayrı yerlerde çalıştık 1 yıl. Sebebi ise benim sözleşmeli oluşumdu. Sabır ile ağustos eş durumu tayinini bekledik. Ağustos ayında eş durumundan eşimin yanına geldim. Bu arada ben de hırs yapıp KPSS’ye hazırlandım. Geleceği belli olmayan sözleşmeli öğretmenlikten kurtulmak için sınava hazırlandım. O yıl da kadrolu atamaya yetecek bir puan alıp Şubat 2009’da Gaziantep’e kadrolu atandım. Ama buna çok sevinemedim, çünkü yine eşimden ayrılmıştım. Yine beklemeye başladık ağustos eş durumu atamasını. Ama sonuç yine hüsran oldu. Eşim sözleşmeli öğretmenlere verilen kontenjan azlığından ötürü 2009 ağustos eş durumu tayininde yanıma gelemedi. Sizce eşler bu kadar ayrı yaşayabilir mi? Bu kadar ayrılık doğru mu? Ben her gittiğim okulda gözü yaşlı çocukları bırakmaktan, ayrılıklardan bıktım. Artık evimin olduğunu, evli olduğumu, bir eşim olduğunu bile unuttum. Sonuç; eşim istifanın eşiğinde. 2 yıldır evliyiz ama ayrıyız...”
Özetin özeti: Sayın Çubukçu, diğer konular bir yana parçalanmış öğretmen aileleri, sizden acil çözüm bekliyor.
Abbas Güçlü
MİLLİYET