SOLUCAN
Havalar yavaş yavaş ısınmaya başlamıştı.Toprak kıştan çıkmış, kabarmış, tavını bulmuş, ekime hazır hale gelmiş, “ne olur tohumu atın, ekim yapın, bitireyim.”diye adeta yalvarıyordu.
İlkbaharın serin bir günü, Hasan Dayı tarlasını ekmek için yola çıktı. Kurabiye ve kek gibi kabarmış tarlasına şöööyle bir baktı. Keyfi yerine gelmişti. Pullukla önce bir sınır çizdi. Belirlediği yere tohumları attı. Sonra başladı sürmeye… Traktörle tarlayı sürerken arkasından da kuşlar toprak içindeki küçük böcekleri yiyerek sanki temizlik yapıyorlardı. Bunları gören Hasan Dayı’nın keyfi kat kat artıyordu. Hasan Dayı tarlanın ucuna kadar gitti. Arkasına dönüp baktığında bir gariplik sezdi. Kuşların arasında uzun bacaklı bir kuş vardı. Bu, vaktinden önce buralara gelmiş Lak Lak Leylek’ti. Lak Lak Leylek bulunduğu memlekette havalar biraz soğuyunca kış geldi zannederek göç edip gelmişti. Ama buralarda da havalar iyice ısınmamıştı. Fazla yiyecek de yoktu. Dereye kurbağa avına çıksa kurbağalar da meydana çıkmamıştı. Mecburen serçelerle birlikte tarlalarda karnını doyurmaya çalışıyordu. Hasan Dayı Lak Lak Leylek’i kovalamak için geri döndü. Çünkü, Lak Lak Leylek böceklerle birlikte tohumları da yiyordu.Toprağı eşiyor, tohumları çıkarıyor ve yiyordu. Bu durumda da Hasan Dayı’nın yaptığı iş boşa gitmiş oluyordu. Lak Lak Leylek son bir hamle ile topraktan bir solucan kaptı.Sevinçle bağırdı:
-Solucaaan… Solucan ise korkuyla:
-Solmucam, diye cevap verdi. Başladılar atışmaya:
-Solucan…
-Solmucam işte solmucaaaam…
- Solucan işte, solucan… Lak Lak Leylek ağzında büyük bir solucanla havalandı.
- Solucan, diyordu. Büyük, besili bir solucan.
Solucan leyleğin ağzında korkuyla kıvranıyor, kurtulmak için ne yapabileceğini düşünüyordu. Aklına bir kurnazlık geldi. Leyleği kandıracaktı. Lak Lak Leylek’in gagasında kıvranırken başını leyleğin gözlerine doğru çevirdi.
-Leylek amca bakar mısın ? dedi.
Lak Lak Leylek şaşkınlıkla etrafına bakındı. Sonra sesin ağzındaki solucandan geldiğini farketti.
- Ne var, ne bağırıyorsun? Diye cevap verdi.
- Beni bıraksana.
- Bırakmak mı, yok daha neler?
- Beni bırakırsan açlıktan ölmezsin, yersen de karnın tam olarak doymaz. Hem miden kazıntı yapar.
- Neden kazıntı yapsın ki?
- Ben toprağın altında gezerim, toprağı havalandırırım.toprağı havalandırırken bir miktar hava yutarım. Bu hava içinde gaz yapar. Hem ayrıca…
- Neymiş bakalım hem ayrıca diyorsun?
- Beni yemekle karnını doymaz ki…
. - Doymasa da açlığımı yatıştırırım.
- Bak sana yalvarıyorum, söz bir daha karşına çıkmayacağım, ne olur beni bırak.
Ne kadar yalvarsa faydasının olmayacağını anladı. Kurnazlık yaparak kurtulmaya karar verdi. Birden çırpınmaya ve bağırmaya başladı.
- Ne var, ne bağırıyorsun?
- Görmüyor musun aşağı çaydaki balıkları, ne kadar da kalabalıklar?
- Hani nerde? diyerek şaşkınlıkla ağzını açınca, birden kurtulan solucan aşağı doğru süzülmeye başladı. O anda uçmanın ne güzel bir duygu olduğunu anladı. Ancak, yere doğru alçaldığını görünce dehşete kapıldı. Yere nasıl düşecekti? Daha cevabını bile bulamadan paaat diye düşüverdi.
- Aay ay, her tarafım kırıldı, kalkmıyor elim tutmuyor belim. Yok mu yardım eden? Neden sonra gülmeye başladı. Hiç kemiği yoktu ki bir tarafı kırılsın. Kendi kendine konuşmaya başladı.
- Birde başkaları gibi kemiğim yok diye sızlanırdım. Ya kemiklerim olsaydı, şimdi ben ne yapardım. İyi ki kemiksiz yaratılmışım. Allah’ım beni kemiksiz yarattığın için sana binlerce teşekkür ederim.