Günlerden bir gün Nazire nine, torunlarına sürpriz yapmak istemiş. Sabah erkenden kalkıp, hemencecik kahvaltı sofrasını hazırlamaya başlamış. Efendim, siz deyin ki taze ballar, biz diyelim ki kınalının mis gibi kokan taze sütü... Enfes bir kahvaltı hazırlayıp, Mehmet dede ve torunlarıyla birlikte afiyetle yemişler. Sonra da torunlarıyla vedalaşıp, evlerinin karşısındaki sırtta bekleyen minibüse binmişler. Vedalaşma dediysek, bu öyle uzun bir ayrılık değil. Altı üstü, kasaba pazarına gidip döneceklermiş.

Minibüs taşlı topraklı köy yolunun kıvrım kıvrım virajlarından yavaş yavaş ilerleyerek, kasabaya varmış. Nazire nine minibüsten indiği gibi, pazarın yolunu tutmuş. Heyecanla etrafa bakınıyor bir yandan da Mehmet dedeyi kolundan çekiştiriyormuş:

-Gördün mü efendi gördün mü, iyice bak etrafa, sarı civciv satan adam gelmiş mi?

Mehmet dede, Nazire nine’yi sakinleştirmeye çalışmış:
-Telaş etme hanım, hele bakalım adamcağız civciv getirmiş mi? Ölüm yok ya ucunda, gelmemişse, başka sefere alırsın sarı civcivleri.

Nazire nineyle Mehmet dedenin konuşması devam ederken, civciv satan adam da biraz ilerideki, taptaze köy elmaları satan manavın yanında belirivermesin mi? Nine telaş içerisinde hemen civcivlerin yanına koşmuş.

O sırada, ninenin kendine doğru geldiğini sanan manav gür bir sesle bağırmış:
-Gel teyze geel, mis kokulu köy elması bunlaar!

Nazire nine, manavın bağırmasına hiç aldırış etmeden, soluğu civcivlerin yanında almış. Almış almasına da bir de ne görsün, bir sürü civciv, büyükçe bir karton kutunun içerisinde sıkışmış, küçücük gagalarını kutudan dışarıya uzatmaya çalışmıyorlar mı? Sapsarı civcivler, ‘ciik ciik’ sesleriyle ortalığı ayağa kaldırıyorlarmış.

Nazire nine, içlerinden en sarılarını seçip, küçük bir
kartona koymuş. Mehmet dede de civciv satan adama parasını ödemiş. Pazardan evin bir iki ihtiyacını da aldıktan sonra, geri dönmek için minibüsü beklemeye başlamışlar. Vakit de bir türlü geçmek bilmemiş.

Nihayet minibüs gelmiş ve Nazire nine, elindeki karton kutu düşmesin diye sıkıca tutup minibüsün arka koltuğuna oturmuş. Şoför, “Civcivleri bagaja koyalım hanım teyze!” diye diretse de, Nazire ninenin söylenenlere aldırış etmeye hiç mi hiç niyeti yokmuş. Zor kavuştuğu şirin mi şirin sarı civcivlerini, öyle şoförün demesiyle hemen bagaja bıraksaymış da, havasızlıktan ölseler miymiş!

Derken efendim, sonunda köye varmışlar. Nazire ninenin torunları da merak içerisinde ninelerinin gelmesini bekliyorlarmış. Ah bir de bilseler ki, nineleri onlara bir sürü sarı sarı civciv almış; her halde sevinçten yerlerinde duramazlarmış!

Minibüsün durduğu tepenin çimenli yolundan Nazire ninenin hızlı adımlarla geldiğini gören çocuklar, ninelerinin kasabaya neden indiğinden daha çok, elinde sımsıkı tuttuğu kutuyu merak etmişler. Hemen o yöne doğru koşarak, ninelerine sarılıp merakla sormaya başlamışlar:
- Nine, o kutunun içinde ne vaar?
-Nine, bize bir şey mi aldıın?
-Nine, yoksa bisküvi mi aldıın?

Soruların ardı arkası kesilmemiş ama, Nazire nine de ser verip sır vermiyor, kutunun içinde ne olduğunu bir türlü açıklamıyormuş.

Konuşarak hep birlikte eve doğru yürürlerken, Nazire ninenin en afacan torunu Nurcan, ‘ciik ciik’ diye sesler duymasın mı? Olayı biraz olsun çözmüş ama, emin olmak için önce peş peşe sormuş:
-Ninee, yoksa kutuda civciv mi var? İnşallah civciv vardır.

Kutuya doğru kulak kabartıp “cik, cik” seslerini iyice duyduktan sonra da yaygarayı basmış:
-Yaşasıın kutuda civciv var, yaşasıın!
Diğer çocuklar da küçük Nurcan’ın sevincine ortak olmuş:
-Yaşasın! Ninem bize civciv getirdi, yaşasın!

Nihayet hep birlikte eve varmışlar. Nazire nine paltosunu çıkardığı gibi hemen işe koyulmuş. Önce kutunun kapağını açmış, sonra da ‘ciik ciik’ sesleriyle ortalığı inleten civcivleri kümese götürmüş. Torunları sevinç içerisinde ninelerinin peşinden ayrılmıyor, bir yandan da hangi civciv benim olsa diye düşünüyorlarmış. Nine karton kutuyu açıp, küçük gagalı yaramazları birer birer kutudan dışarıya çıkarmış. Civcivler kutudan kurtulmanın verdiği sevinçle hemen etrafa dağılmışlar.

Nine telaş içerisinde bağırmış:
-Çocuklar yardım edin de kümese sokalım bu yaramazları. Yoksa akşamın alaca karanlığında yırtıcı doğan kuşlarına yem olacaklar!

Dört bir yana dağılan civcivleri bin bir meşakkatle toplayıp, ahşap kümese doldurmuşlar.
Ancak, yine de, “Acaba dışarıda kalan var mı?” diye düşünen Nazire ninenin gönlü rahat değilmiş:
-Çocuklar sessiz olun bakalım, dışarıda ciyaklama sesi var mı; belki dışarıda kalan olmuştur. Hiç gürültü etmeden, dikkatlice dinleyin!

Çocuklar kulaklarını dört açmış civciv sesi var mı diye dinlemeye başlamışlar ki, yakınlarda bir yerden ‘ciiiiiik ciiiiik’ diye ses gelmesin mi! Hay Allah, meğer civcivlerden bir tanesi dışarıda kalmamış mı!

Efendiim, aramışlar taramışlar bir türlü bulamamışlar. Ne kümesin altı kalmış ne de çalılıklar ama civcivi bir türlü bulamamışlar. Hiç kıpırdamadan nefeslerini tutmuşlar, yine de sesin nerden geldiğini anlayamamışlar. “Ne yapsak, nasıl bulsak, yahu nereye kayboldu bu yaramaz; sesi geliyor kendisi bir yerde yok, sanki yer yarıldı da içine girdi, iyi de o zaman sesi nasıl geliyor” diye düşünürkeeeen...

Hani Nazire ninenin en afacan torunu Nurcan vardı ya; işte o, birden bire haykırmış:
-Eyyvah nine, eyvah!
Torununa bir şey olduğunu zanneden Nazire Nine, telaşlanmış:
-Ne oldu evladım, niye bağırıyorsun?
Küçük afacan ise bağırmaya devam etmiş;
-Ninee, nineee var ya, civciv Selim’in ayağının altında!
-Eyvah ölüceeek!

Bunu duyan Selim, telaşla ayağını kaldırmış ki, bir de ne görsün, gerçekten de hiç farkında olmadan üzerine bastığı zavallı civciv, ayaklarının altında! Kanadı ezilmiş, perişan bir vaziyette ‘ciiik ciiik’ diye bağırarak, imdat isteyip duruyormuş.

Tabi çocuklar buna çok üzülmüşler ve hemen civcivi alıp, eve götürmüşler.

Nazire nine, civcivi tedavi etmek için etraftan değişik otlar toplayıp sobanın üzerinde bir güzel ısıtmış. Sonra da ısınan otları civcive sarmış.

Çocuklar da civcivin iyileşmesi için çok dua etmişler, o masum kalpleri ile gece boyunca durmadan Allah’a yalvarmışlar. Sonunda duaları kabul olmuş ve sobanın yanında ısınan küçük sarı civciv, sabaha bile kalmadan iyileşivermiş. Buna çok sevinen çocuklar, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sarı civcivi, diğerlerinin yanına götürmüşler.

Küçük sarı civciv de onlara, “cik, cik, ciik” diye teşekkür ederek, sevinçle arkadaşlarının yanına koşmuş.