XIX. ve Erken Dönem XX. Yüzyıl Çocuk Edebiyatında Özürlülüğün Elealınışı
Ann DOWKER *

Çeviren: Pınar İRDEM**

On dokuzuncu yüzyıl ve erken dönem yirminci yüzyıl çocuk klasikleri birçok özürlü karakter barındırmaktadır: örneğin, Johanna Sypri’nin Heidi’sinde (1872) yer alan Clara; Susan Coolidge’nin What Katy Did’inde (1872)* Katy ve Kuzen Helen, Frances Hodgson Burnett’in Gizli Bahçe’sinde (1911)* Colin; Eleanor Porter’in Pollyanna’sında (1911)* Pollyanna ve Charles Dickens’in Noel Şarkısı’nda (1843) Tiny Tim (tam olarak bir çocuk kitabı olmasa da, öyleymiş gibi yaklaşılmaktadır).

Erken dönem çocuk kitaplarıyla ilgilenen birçok yayımcının ortak görüşü, I. Dünya Savaşı öncesinde basılmış olan kitaplardaki özürlü karakterlerin iki farklı boyuttaki stereo-tiplerde olduğudur. Bu karakterlerden bazıları, yetişkinlere yönelik kitaplarda ve bazı hayal ürünü öykülerde (örneğin J.M. Barrie’nin Peter Pan’ında yer alan Kaptan Hook) kötü adamlardır. Bir çoğu da aziz denebilecek hastalardır ya da özürlü olmaları nedeniyle ıslah olmuşlardır. Bu aziz ya da ıslah olmuş hastaların büyük çoğunluğunu kızlar oluşturmaktadır. Bu karakterler çok nadir olarak yetişkin özürlüler olurlar: Ya genç yaşta ölmektedirler ya da mucize bir ilaçla düzelmektedirler.

Bu tanımlama bazı erken çocukluk dönemi kitaplarına tam olarak uymaktadır. Bununla birlikte basımı tükenmiş ya da çocuklar için daha az ulaşılabilir olan çocuk klasikleri ya da kitaplarındaki özürlü karakterlerin davranışları arasında farklılıklar bulunmaktadır. Yakın zamanlardaki özürlü karakterlerin davranışları eskiye göre daha karmaşık ve çeşitlidir.

Genel anlamda erken dönem kitaplarında özürlülüğün fiziksel doğası ve nedeni belirsizdir. Bu durum sadece çocukların ayaklarının amputasyona maruz kaldıkları iki vakada açıktır: Martineau’nun The Crofton Boys (1841) adlı eserinde Hugh Proctor’un ayağı bir kazada ezilirken, Yonge’nin The Pillars of the House adlı eserinde Geraldine Underwood tahminen kemik tüberkülozundan kaynaklanan ciddi hastalığının iyileşmesi için bu ameliyata maruz kalır. Bir çok örnekte karakterler ya basitçe aksak ya da topal olarak tanımlanmış, veya tam olarak belirtilmemiş bir çeşit kaza sonucu belkemiklerinden yaralanmışlardır. Tıbbi bir tanımlama yapıldığında ise daha çok yaralanan bölgedeki şişkinlik ya da iltihaba odaklanılmıştır. Diğer bir taraftan, belki de bu hikayelerin bir çoğunu tıbbi bir gerçekçilikle incelemek pek uygun olmayacaktır. Bu kitaplarda tıbbi özelliklerin bulunmaması gerçekte var olmayan ve gerçeklikle uyuşmayan bir özürlülük tarzına neden olmuştur. Başka bir açıdan ele almak gerekirse bu yaklaşım özürlü karakterlerin özel tıbbi bir duruma indirgenmesine engel olmaktadır.

Bir çok kitapta, özürlülük, nerede meydana geldiği ve tedavisi karakterle bağdaştırılmaktadır. Hayata karşı sağlıklı bir tutum doğrudan tedavi sağlayabilmekte, üstelik özürlü rolünden de istekle kurtulabilmektedirler. Burnett’in Gizli Bahçe’sindeki (1911) Colin duygusal olarak ihmal edilmiş ve çocukluğunun büyük bir bölümünü kapalı kapılar ardında geçirmiş, hizmetçiler ve doktor tarafından babası gibi kambur olup erken yaşta öleceğine inandırılmıştır. Colin sağlıklı arkadaşları Mary ve Dickon; dışarının ve doğanın iyileştirici etkilerine maruz kalmak; ve aslında iyi olduğuna ve sonsuza kadar yaşayacağına ikna edilmek suretiyle tedavi olur. Colin örneğinde okur açıkça hastalığın kaynağının isterik olduğunu anlar: hastalık fiziksel nedenlerden çok duygusal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bazı kitaplarda da fiziksel yaralanmanın etkileri açık olarak görülse de irade gücüyle tedavi edilebilmektedir, örneğin Johanna Spyri’nin Clara’sı (Heidi, 1872) Peter tekerlekli sandalyesini tepeden aşağı ittikten sonra yürüyebildiğini fark eder.

Genel olarak özürlülük sadece kalbin değişimi ile değil daha çok ruhsal bir disiplinle tedavi olmaktadır (Lois Keith’in son kitabı Take Up Thy Bed and Walk, 2001). Dikkafalı, aynı zaman da erkek gibi olan bir kız yaralanır, dikkatsiz ve söz dinlemez de olan bu kız haftalar ya da aylar boyunca hareketsiz kalacağı belirsiz sürede disiplini öğrenir. En iyi bilinen örnek What Katy Did’ deki Katy’dir: yıllar önce bir kazada özürlü olan Kuzen Helen Katy’ye Tanrının “Sabır”, “Her Şeyin En İyisini Yapma” derslerini öğrenerek “Evin Kalbi” haline geleceği “Acılar Okulunda” çalışmasına izin verdiğini (aynı Helen’in kendisi gibi) söyler. Yakın temalar çeşitli kitaplarda görülür, örneğin Alcott’ un Jack ve Jill’inde (1879)* (“Bu acıyan sırt sana her zaman nasıl davrandığının bilincine varmanı ve bundan vazgeçmeni sağlar, ve böylece belki söz dinlemeyi öğrenirsin”) ve Hart’ın Daisy’s Dilemmas’ında (1900). Porter’in Pollyanna’sında (1911)* özürlülük Pollyanna’nın kendisi için değil (o zaten iyidir), ama teyzesi, çeşitli arkadaşları ve komşuları için disiplindir.

On dokuzuncu ve erken dönem yirminci yüzyıl başlarındaki çocuk kitaplarında yer alan kalıcı özüre sahip karakterler, temel rolleri diğer bireylere örnek olmak gibi görünen “aziz hasta”lardır. Dickens’ ın Noel Şarkısı (1843) adlı eserindeki Tiny Tim, Wiggins’in The Birds’ Christmas Carol (1891)* adlı eserindeki Carol, Alcott’un Küçük Erkekler ‘indeki (1871)* Dick ve hikayesi Alcott’un Jack and Jill’indeki (1879)* Jill karakterine ilham kaynağı olan Lucinda Snow. Lucinda onunla hiç karşılaşmamamıza rağmen (büyük ihtimalle hikaye başlamadan bir süre önce ölmüştür), belki de bu yüzden, bu tipin iyi bir örneğidir. Genç bir kızken bir düşme sonucunda yatağa bağımlı olmuştur. Kendisi de sırtından yaralandığı için yürüyemeyen (hikayenin sonunda tekrar iyileşir) Jill’e ilham kaynağı olan bu hikayeyi Mrs. Minot anlatır: “Lucinda’yı yıllardan beri tanırım, önceleri onun kaderinin en kötüsü olduğunu düşündüm, en sonunda onun tüm ıstırabına rağmen ne kadar mutlu olduğunu gördüm, ne kadar iyi, işe yarar ve sevilen... O çok sabırlıydı, diğer insanlar ufak problemlerinden dolayı şikayet etmeye utanırlardı, o kadar neşeliydi ki kendi sıkıntısını da hafifletirdi, o kadar üretkendi ki üzerinde çalıştığı küçük şeylerle hem bir çok arkadaş hem de para kazanmıştı... Ve en iyisi o kadar iyi ve tatlıydı ki, sanki her şeyin en iyi yanını bulup ortaya çıkartırdı, odası insanların rahatlamak, nasihat almak ve sofu bir hayatın örneğini görmek için gittikleri bir tür şapel haline gelmişti.”

Erken dönem çocuk kitaplarındaki özürlü karakterleri incelemek karmaşık bir resim ortaya çıkarmaktadır. Öncelikle Acılar Okulu hem kızlar hem de erkek çocuklar içindir. Kızlar ve erkekler büyürler ve sabrederek disipline olurlar. Bu konuda en göze çarpan örnekler öfkelerini kontrol etmeyi ve neşeli olmayı öğrenen The Crofton Boys‘taki (1841) Hugh ve Ewing’in The Story of a Short Life adlı eserindeki Leonard’dır. Molesworth’un The Oriel Window (1896) adlı eserindeki Ferdy duygularını zaten kontrol edebilmektedir, o acı çekme dönemini toplumda iyi işler yapmayı öğrenmeye adamıştır.

Erkeklerin ve kızların davranışları arasında temel fark kızların üzerinde ailelerine faydalı olmayı öğrenmek konusunda daha fazla baskı varken, erkeklerden ise cesaretlerini toplayıp göstermeleri beklenmektedir: bu durum tabi ki sadece kitaplardaki özürlü karakterlerle sınırlı değildir. Ewing’in The Story of a Short Life’ında (1885) Leonard önceleri spinal yaralanmasının neden olduğu acılara ve özürlülüğe zaman zaman fiziksel şiddet noktasına varan, uşağa koltuk değneğiyle vurmak gibi, hırçın ve rahatsız edici bir biçimde karşı koyar. Daha sonraları kendisine belki hiçbir zaman cesur bir asker olamayacağını ancak cesur bir kötürüm olabileceğini söyleyen annesinin teşvikiyle acısını cesurca taşımaya başlar. Ewing’in başka bir hikayesi olan Convalescence’de (1883) mesaj açıktır: “gösterilen ve taşınan cesaret tek ve aynıdır.”

İkinci olarak, Acılar Okulu sadece özürlülükle sınırlı değildir, en geniş şekliyle ele alındığında, talihsizliklere bireyin nihai iyiliği için tanrı tarafından ihsan edilmiş gibi davranılmıştır. Talihsizliklerin daha büyük bir planın parçasıymış gibi kabul edilmesi on dokuzuncu yüzyıl çocuk edebiyatında sıklıkla üzerinde durulan bir konudur: bu tutum Gatty’nin Aunt Judy’s Tales (1859) adlı eserinde yer alan “Rabbits’ Tails” adlı öyküsünde net olarak ifade edilmektedir, burada anlatıcı iki yetime “Eğer anneleri yaşasaydı, başka hiçbir yere gidemeyeceğini” söyler. Aynı kitap özürlülükten çok genel anlamda hastalığın işlendiği “Grandmamma’s Throat” adlı masalı da içerir. Büyükanne 90 yaşlarında ve makul sağlık koşullarına sahiptir ancak çocukluğu ve gençliği bir boğaz sorunuyla gölgelenmiş ve sınırlanmıştır. Sadece ağrı ve hastalı ataklarından çekmemiş, aynı zamanda erken yatması gerektiği, kötü hava koşullarında dışarı çıkamadığı ve zihinsel olarak çaba harcaması gerektiği için yaşadığı sınırlılıklar da onu rahatsız etmiştir. Hikayenin ana noktası şöyle ifade edilebilir: “ varlığımız her şeye muktedir olan Tanrı tarafından bizim kendimiz için iyi olduğunu en son aklımıza getirdiğimiz şekilde yönlendirilir, karakterimiz onun sahip olduğu şekildedir, bir çok durum bizim için gelişmemize engelmiş gibi algılanır, bizim benliğimiz başkaları için faydalı olması amacıyla yaratılmıştır, ta ki içimizdeki faydalı olacak gücün tamamı bitene kadar”. Bir bebeğin acıları ruhsal bir disiplin olarak görülebilir. Yonge’nin Heartease (1854) adlı eserinde prematüre doğmuş bir bebeğin genç annesini kayın biraderi sakinleştirmeye çalışır: “onu senin sevdiğinden daha çok seven biri... Belki onu gelecek yaşam için daha iyi hazırlar, belki de onu daha parlak bir zafer için sınamaktadır.”

On dokuzuncu yüzyıl yazarlarına göre talihsizliğe uğrayan kişi aynı zamanda Tanrının isteklerine boyun eğen kişidir, ve bu nedenle bu talihsizlikler kişinin aslında kendi iyiliği içindir. Victoria dönemi başlarında yazılan kitaplarda, genellikle, bu tutum karakterlerin davranış biçimlerine oldukça uç noktada rehberlik etmektedir. Yonge’nin The Two Guardians’ında (1852) Marian diş çektirme konusunda kararsızdır, fakat sonra “Kendini kandırmak her zaman en iyisidir ve şüpheli durumlarda da en hoşa gitmeyeni en güvenlisidir.” diyerek kararını verir.

Tanrının isteklerine teslim olma vurgusu tüm karakterler için kullanılmıştır ve tüm olaylara uygulanmıştır: sadece özürlülüğe değil. Böyle bir teslimiyet ihtiyacı daha çok özürlü karakterin belirgin davranış özelliği olarak ortaya çıksa da diğer karakterlerden de ayrılmış bir özellik değildir: Onların özürlü olmayan arkadaşları ve kardeşleri de tanrının isteklerine teslim olmalılardır. Yonge’nin The Daisy Chain (1856) adlı eserinde Margaret yatalak olmaya mahkum olmuş ve evlenmek için tüm umutlarını yitirmiştir, ancak kız kardeşi Ethel de evlilik umutlarını bir tarafa bırakmış ve bununla beraber cinsiyetiyle ilgili, kadınsı her türlü davranışı öğrenmeyi ve uygulamayı reddetmiştir. Kız kardeşleri Flora da bebeğini bakması için bıraktığı dadının hatası yüzünden kaybetmiş ve bunun acısıyla ruhsal disiplini öğrenmek durumunda kalmıştır.

Üçüncü olarak, özürlü karakterler her zaman yardıma muhtaç acınacak yaratıklar ya da aziz hastalar değildir. Acılar Okulu sadece karma bir okul değildir, aynı zamanda her yetenekten ve toplumun her kesiminden gelen öğrencilere eğitim veren bir okuldur. Bazı özürlü karakterler, özürlerinin önüne geçen özel yetenekleri dolayısıyla diğer karakterlerin önüne geçmişlerdir. Yonge’nin The Pillars of the House (1873) adlı eserinde Geraldine Underwood ve The Clever Woman of the Family (1865) adlı eserinde de Ermine Willams bir çok yönden farklı karakterler olsa da aynı zamanda da zeki, hassas ve yetenekli kadınlardır: Geraldine’nin artistik yetenekleri ve Ermine’nin edebi yetenekleri vardır. Yaratıcı yetenekleri ve bununla birleşen duygusal hassasiyetleri karakterlerinin özürlerinden daha fazla merak uyandıran yanlarıdır.

Özürlü karakterler aynı zamanda insani hatalara düşebilmektedirler. Keary’nin Sidney Grey (1857) adlı eserinin kahramanı daha çok aziz hasta sınıfındadır, ancak Keary çok çeşitli ve karmaşık özürlü karakterler betimlemiştir. Örneğin Keary’nin Mia and Charlie’sinde (1856) yer alan Louis’ nin portresi zeki, cesur ve becerikli ama çabuk öfkelenen ve rahatsız edici olarak çizilmiştir; aynı yazarın Father Phim (1875) adlı eserinde kahyanın kızı babası gibi (özürlü olmayan) mutsuz ve kötü huyludur, ama zamanla iyi huylu olur. Hart’ın Daisy’s Dilemmas (1900) adlı eserinde Daisy sadece inatçı ve vahşi değil aynı zamanda şımarık, bencil ve bir çok yönden zorbadır. Bir çok açıdan bu bir “Acılar Okulu” hikayesidir, Daisy’nin sadece spinal yaralanması değil, daha çok çevresinde ona kibar davranan insanların farkına varması değişimine neden olmuştur.

Dördüncü olarak, özürlü karakterler her zaman tamamen tedavi olmazlar ya da ölmezler. Bir çoğu kısmen tedavi olur ya da kalıcı orta veya ağır bir özürle kurtulur, bir çok vakada bu durum onların ilgi çekici bir hayat yaşamalarına ve kariyerlerini sürdürmelerine engel olmamaktadır. Örneğin, Reed’in Tom Pembury’sinin topallığı onun ulusal bir gazetenin editörü olmasını engellemez ve herkes bir editörle iyi ilişkiler içerisinde olmak ister. Martineau’nun Hugh Proctor’unun ayağını kaybetmesi bir asker ya da denizci olmasını engeller, fakat o Hindistan Sivil Servisine katılıp dünyayı gezerek arzularına kavuşur. Bunlardan en etkileyicisi masalsı gerçekçiliğiyle Dinah Mulock’un Little Lame Prince and His Travelling Cloak (1875) adlı alegorik fantezisidir. Prens hem kendisinin hem de ülkesinin düşmanlarıyla mücadele eder ve tahtını yeniden ele geçirir. Sakatlığı hiçbir zaman tedavi edilemez, ama bu durum onun saygı duyulan başarılı bir kral olmasını ve idam hükmünün kaldırılmasını da içeren bir çok reformu gerçekleştirmesini engellemez.

On dokuzuncu ve erken dönem yirminci yüzyıl çocuk edebiyatında özürlülüğün ele alınışı ilk bakışta fark edildiğinden daha karmaşıktır. Her ne kadar özürlülük bazen ruhsal disiplin sağlayıcı talihsizlik ve zorluklar gibi görülse de, bu karakterler tamamen aziz hastalar stereotipine sokulamazlar. Burada mekana ve zamana bağlı farklılıklar olduğu gibi yazarın kişiliğinden ya da doğrudan veya dolaylı olarak kendisinin özürlülük deneyiminden kaynaklanan farklılıklar da bulunmaktadır. Aynı yazar farklı kitaplarında, farklı özürlü karakterler ortaya çıkartabilmektedir.

İlgi çekici olan özürlü portreleri aziz hastalar ya da acıyla disipline olan dikkafalı kızlar olan kitapların baskılarının tükenmiş olmasıdır. On dokuzuncu yüzyıl kitapları sadece yazarlarının tutumları ve o zamanki okurları nedeniyle değil bugünün okurlarının tutumuyla da baskıda kalmıştır. Aziz hasta ve dikkafalı kız hikayeleri okuyucu tarafından yirminci yüzyılın ortalarında ve sonunda da on dokuzuncu yüz yıldaki kadar belki de daha fazla talep edilmektedir.

Bu fenomenin kesin bir açıklaması olmayacaktır ama nihai olarak iki olası sonuç ileri sürülebilir. Bir tanesi, on dokuzuncu yüzyıl yayımcılığındaki dini ve sosyal temaların daha sonraki yazarlar tarafından kendi manevi değerleri için alınmasıdır. Aynı yönde başka bir örnek de, Victoria öncesi ve Victoria dönemi kitaplarında dini öğelerin ölüm döşeği ya da ölüm döşeği öncesi sahnelerle işlenmesidir, ancak bu sahneler Victoria sonrası dönemde daha çok göz yaşı dökülen sahneler olarak kullanılmıştır (bakınız Avery, 1965). Hikayelerde işlenen diğer konular da yoksulların yaşantısı ve fakirliktir, Charles Dickens’tan Hesba Stretton’a bir çok Victoria dönemi yazarı toplumsal ve ahlaki kötülükleri ortaya koymuşlardır, fakat daha sonraki dönem yazarları daha çok saf anlamıyla manevi öğeleri işlemeyi amaç edinmişleridir (Bratton, 1981). Böyle durumlarda, özel temanın içine oturtulduğu ana konuyla olan bağlantısı kopar, konu bağlamdan ayrılır ve orijinalinin bir karikatürü haline gelebilir.

Özürlülüğün ele alındığı konuların bu şekilde işlenmesinin bir diğer nedeni ise, on dokuzuncu yüzyılda kalıcı ve geçici özürlerin çok genel olması ve yaygın sağlık sorunları içerisinde ince bir ayırımla farklılaşmalarıdır. Özürlü bireylere her dönemde şüpheyle ve acımayla “farklı” olarak davranılmış olsa da, on dokuzuncu yüzyılda özürlülük daha sonraki yüzyıllara göre daha ortak bir durum olarak görülebilir. Yirminci yüzyılda özürlülük daha tedavi edilebilir ve önlenebilirdir, özellikle de genç insanlarda; üstelik, özürlü bireyleri kurumlara yerleştirmek de daha uygun ve olası görülmektedir. Buna bağlı olarak özürlü karakterler hem daha az ve daha “anormal” olarak görülmektedir: varlıklarını sürdürebilmek için olağan dışı bir azizlik ve mucize tedaviye ihtiyaç duymaktadırlar.

* Yıldızla işaretlenmiş kitaplar Amerikan yazarlarına (ya da Frances Hodgson Burnett’te olduğu gibi uzun süre Birleşik Devletlerde yaşayanlara) aittir.

Not: Her ne kadar bu makale, kitapları “çocuk klasikleri” ve çağdaş olarak bilinmeyenler şeklinde ikiye ayırsa da, bu ayırım yaklaşık bir ayrımdır. Çağdaş “çocuk klasikleri” arasında yer almayan bazı kitaplar aslında hala yayımlanmaktadır, ama çoğunlukla yetişkin okurlar için (örneğin, Charlotte Yonge’nin bazı kitapları; bazıları da şu anda yayımda olmamakla beraber, göreli olarak ilk basımından sonraki bir zamanda tekrar basımı yapılmıştır (örneğin, The Fifth Form at St. Dominics, 1971). İlgi çekici bir örnek de, Picture Lions yayıncılığın Rosemary Wells’in the Little Lame Prince adlı eserini 1992 yılında yeniden basmasıdır. Şimdi kitabın daha kısa ve basit bir hali küçük çocuklar için basılmaktadır, ancak bu baskıda tüylü hayvanlar insan karakterlerin yerini almıştır.


* Oxford Üniversitesi, Deneysel Psikoloji Bölümü.

** Sosyolog, Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Özürlüler Uzmanı.


Kaynak:T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi - Özürlülük Araştırmaları ve İstatistik Dairesi Başkanlığı