Özürlü Kadınlar ve Ayrımcılık
Hatice OSUNLUK - Bahar UĞURLU
Fizyoterapist - Özürlüler Uzmanı
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı
ÖZET

Eşitlik ve insan hakları gerek özürlü hareketlerinde, gerekse kadın hareketlerinde ki temel konudur. Ayrımcılığa maruz kalma, düşük toplumsal statü, fiziksel, cinsel ve diğer istismar türlerine maruz kalma, kadına özgü toplumca belirlenmiş rol ve sorumlulukları yerine getirmek zorunda bırakılma, eğitim olanaklarından yeterince yararlanamama, bir işe girmekte zorlanma, çalışma yaşamında ayrımcılığa uğrama, yoksulluk ve daha birçok konuda hakların ihlali genel olarak hem kadınlar açısından hem de özürlüler açısından yaşanan temel sorunlardır.

Kadınların ve özürlü bireylerin yaşadıkları sorunları, özürlü kadınlar iki kat fazla yaşamakta, hem özürlülüğün getirdiği, özürlü bireye yönelik ön yargılar ve engellerle, hem de kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Özürlü kadınlar yaygın kanıya göre toplumsal yaşamdaki kadının rollerini “iyi bir eş yada iyi anne” v.b. karşılayamadıkları düşünülmektedir. Eğitim ve istihdam sorunları, toplumun ön yargısı, yanlış tutumlar ve ulaşabilirlikteki engeller gibi nedenlerle de çoğunlukla kendi geçimlerini temin edememektedirler. Özürlü kadınlar yaşları, sosyo-ekonomik ve kültürel seviyeleri, yaşadıkları bölge ne olursa olsun çok büyük oranda insan hakları ihlalleri ile karşı karşıya kalmaktadırlar.

Özürlü kadınları kendi gereksinimlerini ifade etme, seslerini duyurma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılmalarının yani kendi hayatları üzerinde egemen olmalarının, eşit fırsatlara sahip olabilmelerinin sağlanması için yaşadıkları şartların doğru değerlendirilerek onları güçlendirecek, destekleyecek ve sorunlarını bütün yönleri ile ele alacak her alanda sosyal politika ve düzenlemelere gereksinim vardır.

Anahtar Kelimeler: Özürlü Kadın, Ayrımcılık, Eşitlik, İnsan Hakları, Özürlülük, Kadın.

DISABLED WOMEN AND DISCRIMANITATION

Abstract

Equality and human rights are main subjects either in disablity movements or feminist movements. İn general disabled people and also women have main problems such as with discrimination, lower social status, facing with physical, sexual and and other abuses, being forced to participate inflexible social roles and responsibilities belonging to women and society, benefiting less from educational oppourtinities, facing with difficulties in finding a job and also facing with discrimination in work life, poverty and breaking rigts of them.

Disabled women face the problems which are experienced by women and disabled people so ıt become doubled that facing with the prejudice and handicaps against disabled people and disability also at the same time facing with the disadvantages that brings to be a woman According to common wisdom, disabled women do not meet the requirements society places on women such as a "good wife", a "good mother" etc. They can not earn their living because of barriers of access and attitude in social life, education and employment problems. No matter their age, their socio economic level, culturel background and their regions disabled women face bariers in reaching their human rights.

For expresing their needs, active and full participation in decion making processes in other words for being dominant in their own life and having equal opportunities with society, disabled women’s living conditions should be evaluated. Disabled women should be enpowered and supported in detailed and correct way so there must be arrangements in all areas and social policies by considering all aspects of their problems and their conditions.

Key Words: Disabled Women, Discrimination, Equality, Human Rights, Disability, Women.

Giriş

1993 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Raporuna göre; özürlü bireylerin insan hakları tüm dünyada çeşitli derecelerde ihlal edilmektedir. Bu kadın veya erkek tüm özürlü bireyler için geçerlidir. Tarihsel süreç içinde sorunlarını kendi ideolojik bakış açıları ile tartışmaya başlayan kadın hareketleri; sadece kadın haklarını savunmakla kalmamış, farklı grupların kendilerini ifade etmelerinde ve mücadele etmelerinde de önemli rol oynamışlardır. Feminist hareketin etkisi ile diğer gruplar (yaşlılar, eşcinseller vb.) da harekete geçmiştir. Eşitlik ve insan hakları gerek özürlü hareketlerinde, gerekse kadın hareketlerinde temel konudur.

Tüm dünyada özürlülerin insan hakları konusundaki çalışmalar son 20 yılda ivme kazanmıştır. Ancak cinsiyetin özürlü kadınları, özürlü erkekleri ve onların insan haklarını nasıl etkilediği konusu çok yavaş bir gelişme göstermiştir. Feminist hareketin kendisi de özürlü kadınlarında dahil olduğu belirli grupların ele alınması konusunda yavaş ilerlemiştir (Abu Habib L., 1995). Kadın hareketi ile özürlü hareketinin birbirini oldukça geç ve yavaş tanıması, bu iki grubun birbirinin müttefiki olduğunu geç fark etmesine neden olmuştur. Feminist hareket, kadın olarak gördüğü gruba özürlü kadınları dahil etmemiş ve özürlülük konusu da en başından itibaren erkek egemen bir yapı içinde oluştuğu için onlar da feminist hareketi özürlü kadınların dışında kabul etmişlerdir. Aslında biraz daha ileri gidilirse, özürlülük konusundaki bu erkek bakış açısı özürlü kadının varlığını yeterince fark etmemiş ve bu konuda tamamen bir erkek yaklaşımı geliştirilmiştir ( Küçükkaraca; 2005).

Özürlü hareketlerinin bütün özürlüleri temsil etmesi ve yetki vermesine rağmen pratikte özürlü kadınlar (değişiklik yapma, bir harekette bulunma ve tam katılım konuları gibi) yeterli fırsatlara sahip değildir. Özürlü bireylerin yaşadıkları sorunları, özürlü kadınlar iki kat fazla yaşamakta, hem özürlülüğün getirdiği, özürlü bireye yönelik ön yargılar ve engellerle, hem de kadın olmanın ve kadınlara bakışın getirdiği olumsuzluklarla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Alanda yapılan birçok araştırma göstermiştir ki, özürlü erkekler ve özürlü kadınlar karşılaştırıldığında, özürlü kadınlar yoksulluk ve ayrımcılık konularından daha fazla etkilenmektedirler. Aileden ve toplumdan daha az destek almakta ve hizmetlere (eğitim, kaynaştırma, rehabilitasyon hizmetleri vb.) ulaşmada daha fazla zorluk çekmektedirler. Ekonomik açıdan daha fazla bağımlı olan özürlü kadınlar; eğitimlerinin sınırlı olması, mesleki eğitim hizmetlerinden yeterince yararlanamamaları, olumsuz bakış açısı gibi nedenlerle işverenlerce tercih edilmeyen ve fiziksel, seksüel, psikolojik şiddete ve istismara daha çok maruz kalan bir kesimi oluşturmaktadırlar (Abu Habib L.,1995).

Ülkemiz açısından bakıldığında özellikle kadın nüfus grubunun sosyal sorunlardan daha yoğun ve derin etkilendiği bilinen bir gerçektir. Çünkü kadın, eğitimden, iş ve mesleki olanaklardan yoksun, sosyal güvencesi olmaksızın marjinal işlerde çalışmakta (temizlikçi, çocuk bakıcısı gibi) ve erken yaşlarda gerçekleştirilen evliliklere maruz kalmaktadır. Kadın, geleneksel düşünce nedeni ile kamusal yaşama en az düzeyde dahi katılamamakta ve toplumsal etkililikleri oldukça düşük düzeyde kalmaktadır. Bu durum, kadının toplumsal yaşamda ikincil konumunu pekiştiren bir süreç olmaktadır (Küçükkaraca, 2005; Karataş, Duyan, 2005). Toplumsal yaşamda özürü olsun veya olmasın kadının durumunu iyileştirmeye ilişkin genel politikalarda ve uygulamalarda hala önemli eksiklikler vardır.

Kadın hareketlerinin temelinde kadın-erkek eşitsizliği ile kadınların toplumsal hayatta ikinci sınıf bir birey olarak yaşadığı engeller yer almaktadır. Çağlar boyu kadınlar ataerkil toplum yapısında erkekler dünyasında ikinci planda kalmışlardır. Ancak çağdaş dünyanın getirdikleri ve kadın hareketleri kadın-erkek eşitsizliği konusundaki çalışmalara ilerlemeler getirmiştir. Bununla birlikte özürlü kadınların sorunlarının, genel kadın hareketleriyle bağlantısının kurulmasında da birtakım sorunlarla karşılaşılmaktadır. Özürlü kadınların konuları, kadın hareketlerinde çok az yer almakta ve göz ardı edilmektedir.

Konuya ilişkin literatür çalışmaları yapılırken karşılaşılan bir gerçeklik, günümüzde diğer gruplar ile karşılaştırıldığında özürlü kadınlara yönelik spesifik çalışmaların azlığı ve bu konuya yönelik ilgisizlik olmuştur. Karşılaşılan bir diğer gerçeklik ise var olan az sayıdaki çalışmaların, özürlü kadınların bizzat kendileri tarafından yaptıkları çalışmalar olduğudur. Dölek’in aktardığına göre; Lonsdale (1999), özürlü kadınların sorunlarını ve ihtiyaçlarını ifade eden sistematik bir çalışmanın bulunmadığını ifade etmektedir (Dölek; 2005).

Özürlü kadınlara gösterilen duyarlılığın ve farkındalığın bu noktada olmasının nedeni büyük ölçüde “kadın” olmaktan ve kadının “görünür kılınamamış” olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü toplumlarda her ne kadar yoğun kadın nüfusları söz konusuysa da kadınlar fazlaca görünür değildirler (Lonsdale 1999’den akt. Dölek; 2005). Ancak son yıllarda bu durum kadınların yine kendilerini görünür kılmak ve “kadın bakış açısını” yaygınlaştırmak adına yaptıkları bir takım sistematik ve örgütlü çalışmalar sonucu, gerek ülkemizde, gerekse tüm dünyada yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Ancak henüz bu değişim özellikle özürlü kadının görünür olmak ve görünür kılınmak adına yaşadığı problemleri azaltmakta yeterli olamamaktadır (Dölek; 2005).

Feminist gruplar ve özürlü grupları içlerinde çok fazla grup bulundurdukları için heterojendirler. Ancak kendilerinin heterojen olduklarını da çok geç fark etmişlerdir. Hem heterojen olmaları hem de tarihsel süreç içinde benzer mücadeleleri ayrı ayrı yaşamış olmaları bugün bulunduğumuz yerde biraraya gelmelerini gerektirmektedir (Kücükkaraca; 2005).

Özürlü kadınların, özür tür ve dereceleri başta olmak üzere, yaşadıkları bölge, eğitim, sosyo ekonomik durumları vb. etkenler yaşadıkları sorunların yoğunluğunu ve derinliğini farklılaştırmakta ve arttırmaktadır.

Özürlü Kadınların Yaşadıkları Sorunlara Genel Bakış

Özürlü kadın bir yada birden fazla özre sahip olan ve toplumda engeller yaşayan kadındır. Özür dereceleri, cinsel seçimleri, yaşadıkları yer, kültürel alt yapıları gibi faktörler göz önünde tutulmadan kırsal ve kentsel alanlarda yaşayan tüm yaş seviyesindeki kadınlar kastedilmektedir. Özürlü kadınlar yoğunluğu ve çeşitliliği farklı olsa da benzer şekilde ayrımcı uygulamalar, istismar, taciz ve hak ihlalleriyle karşılaşmaktadırlar.

Özürlülerin insan haklarının sağlanması Birleşmiş Milletlerin yükümlülüğündedir. Birleşmiş Milletlerde özürlü insanların haklarının korunması, geliştirilmesi ve ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar bulunmaktadır. Ancak özürlü kadınların özel ihtiyaçları bulunmaktadır ( Radt ke, 2005 ).

Özürlü kadının sosyal statüsü bireysel şartlara ve yaşadığı ülke koşullarına göre çeşitlilik göstermektedir. Yoksul ülkelerdeki özürlü kadınlar daha fazla dezavantajlıdır. Sadece zor değil, bazen özürlü kadınların uygun eğitim ve çalışma olanaklarını bulması imkansız gibidir. İş bulma, kendi hayatını kazanmakta yaşadıkları güçlüklerin yanısıra toplumun “iyi bir eş”, “iyi bir anne” gibi kadına atfedilen beklentilerini karşılayamadığı düşünülerek toplumun dışında bırakılmaktadırlar ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ).

Özürlü kadınların genel durumuna göz atılacak olursa;

Dünyadaki özürlü bireylerin % 51’ini özürlü kadınlar oluşturmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerdeki insanların çoğu yeterli yiyeceğe ulaşamamaktadır. Beslenme bozukluğu nedeniyle 100 milyon insan özürlü kalmıştır.
Uluslararası gelişim programları nadiren özürlü kadınların ihtiyaçlarını dikkate almakta ya da toplumsal gelişim girişimleri içine dahil etmektedir.
Tüm ülkelerde özürlü bireyler arasında yoksulluk çok yüksektir. Özürlü kadınların çalışan kesimlerden dışlanma ve yoksulluk içinde yaşama olasılıkları özürlü erkeklere nazaran çok daha yüksektir .
Kadınların yaşadığı problemler özürlülükleriyle birleşmektedir. Örneğin; HIV enfeksiyonu konusunda kadınlar bilgilendirme kampanyalarında hedef alınan grup değildir. Özürlü kadın iki kere daha fazla ihmal edilmektedir.
Birçok özürlü birey, özellikle yaşlı özürlü kadınlar izole edilmiş yaşamlar sürmektedirler. Kendi evlerinden bile çıkamama durumundadırlar. Yaşlı özürlü kadınlar, hem yaşlı olmaları hem kadın olmaları hem de özürlü olmaları nedeniyle daha dezavantajlı durumdadırlar.
Özürlü bireyler çoğunlukla mimari engeller nedeniyle toplumsal alanlara ulaşmada zorluklar yaşamaktadırlar. Yaşadıkları konutların çoğu özürlerine uygun değildir.
Toplu taşım araçlarının çoğu özürlülere uygun değildir.
Eğitim ve öğretim, özürlü kadın için birçok ülkede öncelikli sayılmamaktadır. Gerekli özel destek güvencesi sağlayan engelsiz sistemlere ihtiyaç bulunmaktadır.
Özürlü kadın, özürlü olmayan kadınlardan daha fazla şiddetin, özellikle cinsel şiddetin çeşitli şekillerine maruz kalabilmektedir.
Annelik ve cinsellik konularında özürlü kadınlar sıklıkla yok sayılmaktadırlar.
Özürlü kadınlar sağlık imkanlarına servislerine, jinekolojik ve anneliğe özgü bilgilere çok az ulaşabilmekte yada hiçbir şekilde ulaşamamaktadırlar.
Özürlü kadın cinsel şiddet risklerinin yüksekliği nedeniyle HIV/AIDS geçişinden daha fazla muzdariptirler. Özürlü kız ve kadınları korumak için özel ölçümler ve programlar bulunmamaktadır.
İşe girme, ekonomik bağımsızlığını kazanma, işte yükselme konularında özürlü kadınlar, özürlü erkeklere nazaran çok daha fazla zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Birçok ülkede, özürlü insanların en az üçte ikisi işsizdir. Özürlü kadınlar özürlü erkeklere nazaran 4 kez daha zor iş bulmaktadır.
Bilgi ve iletişime ulaşım, özürlüler için sınırlıdır. Bilgi ve iletişime ulaşım özellikle görme, işitme ve öğrenme güçlüğü olanlar için sınırlıdır.
Özürlü insanlara istem dışı yapılan ötenazi giderek daha fazla kabul edilebilir hale gelmektedir. Bazı ülkelerdeki hastanelerde, çeşitli özür grubundaki özürlülerin medikal kayıtlarında kalp krizi durumunda geriye döndürme yapılmayacaktır ifadesi yer almaktadır.
Özürlü kadınların kendilerini temsil etme olanakları sınırlıdır. Özürlü kadınların yerel, ulusal, uluslar arası düzeyde kendilerini siyasal ve toplumsal alanda daha fazla temsil etmelerini olanak sağlayacak örgütlenmeleri yetersizdir. ( Radt ke, 2005; Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996).


Dünyadaki bütün ülkelerde en az 300 milyon özürlü kadın yaşamaktadır. Bunların %82’si gelişmekte olan ülkelerdedir ( Radt ke, 2005 ). Ülkemizde de Türkiye Özürlüler Araştırması (DİE, ÖİB; 2004) verilerine göre; nüfusun %12.29’unu (8.431.937) özürlüler oluşturmaktadır. Araştırma sonuçlarına göre, erkek özürlülerin toplam nüfusa oranı %11.10 iken sayıları 4 milyon 648 740 olan özürlü kadının, toplam nüfusa oranı % 13,45’dir.

Yukarıda özürlü kadınların karşılaştığı sorunlar genel olarak belirtilmiştir. Bu sorunların çeşidi ve yoğunluğu toplumdan topluma, kültürden kültüre aynı toplum ve kültürel yapı içersinde yaşanılan bölgeye ve sosyo-ekonomik seviyeye, yaşa, özür tür ve derecesine vb. göre farklılık göstermektedir.

OlumsuzTutumlar ve Dışlanma

Kadınların bütün toplumlarda dışlandığı ve eşcinsellerden sonra dışlanan önemli bir grup olduğu bilinmektedir. Ancak özürlüler de her ikisinden daha fazla dışlanmaktadırlar. Özürlü grupların içinde ise en çok kadınların dışlandığı ve hatta özürlü bir kadın olmaktan dolayı haklarından mahrum kaldığı, şiddete uğradığı bilinmektedir (Küçükkaraca, 2005). Kadınlar genellikle cinsiyet nedeniyle ayrımcılığa uğrarken, özürlü kadınlar hem kadın hem de özürlü olmaları nedeniyle çifte ayrımcılığa uğramaktadırlar.

Özürlü kadınların yaşadığı ayrımcılığın çoğunun temelinde onların diğer kadınlarla aynı olmadığı ve aynı hakları ve istekleri paylaşmayı bekleyemeyecekleri gibi örtük kavramlar yer almaktadır. Özürlü kadınların izolasyon ve dışlanması kadın ve kadın hareketleri görüşünün bir uzantısıdır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Özürlü kadın ve erkekler cinsiyet ayrımı temelinde farklı tutum ve davranışlarla karşılaşmaktadırlar. Kültür, özürlü kadınların aile, sosyal ve ekonomik yaşamdaki rollerinin indirgenmesinde en büyük rolü oynamaktadır.

Dışlanma, kültür ve gelenek temelinde sınırlandırma, tutumlar ve önyargılar sıklıkla özürlü kadınları erkeklerden daha fazla etkilemektedir. Özürlü kadınların dışlanması düşük benlik saygısına ve olumsuz duygulara yol açmaktadır. Destek servislerinin azlığı ve eğitim yetersizliği de çalışamamaya, sonuç olarak düşük ekonomik duruma sebep olmaktadır. Bu da aileye veya bakımını sağlayan kişilere daha fazla bağımlılığa neden olmaktadır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ). Toplum hem özürlü kadını hem de ailesini dışlamakta ve bu koşullar yüzünden yaşamlarını zorlaştırmaktadır.

Yoksulluk

Yoksulluk ve özürlülük birbirlerini doğuran ve etkileyen faktörlerdir. Özürlülüğün yoksulluğu getirmesinin yanı sıra yoksulluk da özürlülüğün en büyük etkenidir. Vitamin A ve iyot yetersizliği, beslenme bozukluğu ve hijyenik olmayan çevresel şartlar yoksulluğun en yaygın sonuçlarıdır. Bunun yanı sıra özürlülük de yetersiz eğitim seviyesi, işe girme, yükselme, eşit olanaklara ve fırsatlara sahip olamama, ulaşılabilirlikteki zorluklar gibi çeşitli sebeplerle yoksulluğu artırmaktadır. Genelde yoksul insanlar arasında özürlüler büyük bir yer tutmaktadırlar. Yoksulluk özürlü kadınları hem kadın olması hem de özürlü olması nedeniyle daha yoğun ve derinden etkilemektedir.

Birçok ülkede kız çocuklarının statüsü daha düşüktür. Onlar çocukluklarının fırsatlarından ve haklarından erkek çocuklarına göre daha az yararlanabilmektedirler. Kızlar ve erkekler yoksulluğun yükünün çok büyük bir bölümünü taşırlar. Özellikle fakir kırsal kesim kadınları dünyadaki en mahrum insanlar arasındadır, bu durum özürlü kadınlar için de geçerlidir ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Toplumumuzda kadına yönelik cinsiyet ayrımcılığı, özürlü kadınları da olumsuz yönde etkilemektedir. Kadınsanız; iş, sağlık, eğitim, iyi bir gelir gibi temel hakların sağlanmasında daha düşük şansınız var demektir. Eğer hem özürlü hem de kadınsanız bu şansınız da yok denecek kadar azalmaktadır. Özürlü kadınlar, özürlülük nedeniyle toplumsal ilişkilerinde yaşadıkları farklı gözle bakılma, olumsuz tutum ve davranışlara maruz kalma, dışlanma acınarak bakılma vb. sorunlara ek olarak cinsiyet ayrımcılığından kaynaklanan sorunları da yaşamaktadır. Bir iş bulma, çalışma konusunda özürlü olmayan kadınlar bile ayrımcılığa, toplumsal statü düşüklüğüne dayalı olarak zorlanırken, kadının özürlü olması nedeniyle becerileri, iş görmesi daha sınırlı görülmekte, genel olarak kadına yönelik davranış ve tutumlarla birleşince özürlü kadının iş bulma şansı ya çok az olmakta ya da hiç kalmamaktadır (İkizoğlu, 2005).

Ortaya çıkan bu durumlar sonucunda özürlü kadın, gelir getirici bir işte çalışamayışından dolayı, herhangi başka bir desteği de yoksa mutlak yoksulluk içine düşmekte ve sosyal yardıma ihtiyaç duymaktadır (İkizoğlu, 2005).

Sağlık ve Rehabilitasyon

Özürlüler için en önemli konulardan biri olan sağlık, temelde iki şekilde ele alınmaktadır. Özürlülüğün oluşmadan önce engellenmesi, ikincisi ise oluştuktan sonra her türlü sağlık sorununun çözümlenmesi ve topluma kazandırılmasını içerecek şekilde rehabilitasyonunun sağlanmasıdır.

Fakir ülkelerde ihtiyacı olanların %2’sinden daha azının sağlık ve rehabilitasyon hizmetlerine ulaşabildiği tahmin edilmektedir. Rehabilitasyon ise kırsal alanlarda yaşayanlar için neredeyse tamamen ulaşılmazdır. Cinsiyet ayrımcılığı da burada etken olmaktadır. Kalp hastalıkları gibi bazı durumları erkekler kadar kadınlar da yaşamaktadırlar ama aynı görülmemektedir. Operasyonlar ve tedavi ertelenebilmekte veya kalabilmektedir. Çok az araştırma kadınları hedeflemektedir. Tedavi altındaki kadınlar özellikle çalışmıyorsa tedavi edilen bir erkek kadar acil olarak görülmemektedir ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996). Özürlü kadınlar, hem kadın olmaları, hem de özürlü olmaları nedeniyle sağlık ve rehabilitasyon hizmetlerinden yeterince yararlanamamaktadırlar.

2002 Türkiye Özürlüler Araştırması verilerine göre tüm özür türlerinde tedavi olan erkeklerin oranı kadınlardan daha yüksektir. Özürlü erkeklerin %43.78’i tedavi hizmetlerine ulaşabilirken, kadınlarda bu oran %33.61’de kalmıştır. Kadınların %42.64’ü tedavi hizmetlerinden yararlanamamıştır (DİE, ÖİB; 2004). Bu durum, belki de tedavi sonrası bağımsız ve üretken biçimde yaşamına devam edebilecek pek çok özürlü kadının bağımlı hale gelmesinin başlangıcını oluşturmaktadır.

Özürlü kadınların özel ihtiyaçlarını karşılayacak uygun servislerin olmayışı, çocuk sahibi olmanın onların da hakları olduğunun dikkate alınmayışı önemli bir engeldir. Özürlülerin, özellikle özürlü kadınların, sağlık hizmetleri konusunda yaşam boyu desteklenmesine, takip edilmesine, bilgilendirilmesine, yönlendirilmesine, sağlık ve rehabilitasyon hizmetlerinin gerek ulaşılabilirliği gerekse koşullarının iyileştirilmesine ihtiyaçları vardır.

Bilgi
Bilgiye ulaşımın azlığının özürlü kadının sağlık, sosyal yardım, güvenlik, fırsatlar ve haklarını kullanmasında ciddi olumsuz etkileri bulunmaktadır. Bir çok özürlü kadın yeterli bilgiye sahip olamadığı için kendini geliştirebilmesi, eğitim olanaklarından yararlanabilmesi, kendi sağlığını geliştirebilmesi ve koruyabilmesi, iş olanaklarına ulaşabilmesini güçleştirmekte ve tüm alanlardaki hakların kullanımı, fırsatlara ulaşımı, yaşam kalitesinin yükseltilmesi gibi konularına ilişkin kişisel kontrollerini azaltmaktadır.

HIV, göğüs ve servikal kanser üzerindeki bilgi yetersizliği, özürlü kadınların sağlığını tehdit etmektedir. Bilgi birçok kadın için (örneğin braille yazılması veya basit dille yazılması gibi) ulaşılabilir formatlarda üretilmemiş veya hedeflenmemiştir. Seks ve cinsellik hakkındaki bilgi genellikle özürlü kadınlar için sınırlıdır. Bu konuda geleneksel olarak bilgilendirme rolünü üstlenen akrabalar genellikle özürlü kadınları evlenebilir görmedikleri için reddetmektedirler. Bu durum hakların inkarıyla başlayıp, planlanmamış hamileliğe, istismara ve birçok hastalığa kadar uzanmaktadır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Eğitim ve Öğretim

Birçok özürlü insanın eğitim ve öğretimdeki ayrımcılık nedeniyle yeteneklerini geliştirmeleri engellenmektedir. Özürlü olmayan kadınlarda olduğu gibi özürlü kadınların durumları da kadınlar için eğitimin gereksiz para ve zaman kaybı olduğu düşüncesinden etkilenmektedir. Bu nedenle eğer eğitim erişilmez ise ve eğer çocuk kızsa sorun olarak görülmemektedir.

Son yıllardaki kampanyalarla bütün Güney Asya ülkelerindeki kadınlar arasındaki okur yazarlık oranı belirgin derecede artarken, özürlülerin çok büyük bir oranı yeterli eğitim desteği alamamıştır. Örneğin; Hindistan’da özürlü erkek çocuklarının % 97-98’i eğitim almamakta, Kanada ve Avustralya gibi zengin ülkelerde bile özürlü çocukların %41’i yalnızca ilköğretime devam etmişlerdir. Her ne kadar net sayılar verilemese de özürlü kız çocuklarının eğitim olanaklarından yararlanma oranları daha düşüktür.

Türkiye’de yaşayan kadın ve erkek okur-yazarlık oranları arasında büyük fark bulunmaktadır. Özürlü ve özürlü olmayan kadınlar açısından bu oranlara baktığımızda ise bu farkın daha da arttığı görülmektedir. Eğitim görmüş özürlü kız çocuğu oranı, hem eğitim görmüş özürlü erkek çocuğu oranına hem de eğitim görmüş özürlü olmayan kız çocuk oranına göre çok daha düşüktür. Bir çok aile özürlü kız çocuğunu saklamakta ve onu okula göndermekte tereddüt etmektedir. 2002 Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre okuma yazma bilmeyenlerin genel nüfusta oranı %13 iken, ortopedik, işitme, dil ve konuşma, görme, ve zihinsel özürlü erkeklerde bu oran %28.14, bu özür grubundaki kadınlarda ise %48.01’dir. Süreğen hastalığa sahip özürlü erkeklerde okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %9.78 iken bu oran kadınlarda %35.04’e çıkmaktadır (DİE-ÖİB, 2004). Pek çok aile özürlü kızlarının eğitim sürecinde daha düşük beklenti içindedirler (Duyan, Karataş; 2005).

İş Gücüne Katılım

Özürlü kadın genellikle işe yerleştirme tartışmalarının ve girişimlerinin bir parçası değildir. Onlar genellikle işe girme konusunda özürlü erkeklerden daha şanssızdır. İşe sahip olmak özürlü kadın için finansal destek sağlamasından, sosyal onay görmeye ve özgüvenini geliştirmeye kadar çok kritik bir önemi vardır. Özürlü kadının işgücüne katılım oranının düşük olması; yeterli gelire sahip olmama ve sosyal hayata katılamama anlamına gelmektedir. Özürlü kadının ekonomik faaliyetlerin dışında kalmasının aynı zamanda bireysel ve toplumsal düzeyde sosyal ve ekonomik maliyeti yüksek olmaktadır (Kuzgun, Aydın, 2005).

Birçok ülkede, özürlü insanların en az üçte ikisi işsizdir. Tunus’ta, 15-64 yaş arası özürlü insanların %85’i işsizdir. Özürlü kadınlar özürlü erkeklere nazaran 4 kez daha zor iş bulmaktadır. Zimbabwe’de özürlü insanların %1’inden daha azı ekonomiye aktif olarak katılmaktadır. İngiltere’de ve Amerika’da özürlü insanların %67’si işsizdir. İngiltere’de %30 oranında özürlü olmayan erkek profesyonel veya yönetimsel işlerle uğraşırken, bu oran özürlü erkeklerde %15, özürlü olmayan kadınlarda %11, özürlü kadınlarda ise %8’dir. Bunun yanı sıra yarı kalifiye veya kalifiye olmayan işlerde özürlü olmayan erkekler %16 oranında çalışırken, bu oran özürlü erkeklerde %27, özürlü olmayan kadınlarda %27 ve özürlü kadınlarda %37’dir ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Ülkemizde kadın, işgücüne katılımı süreklilik göstermeyen, gelire bağımlılığı düşük, ikincil işgücü olarak değerlendirilmektedir. Bu durum özürlü kadının istihdamında daha yoğun görülmektedir. İşgücü piyasasında özürlü kadının yerini etkileyen faktörlere bakıldığında ülkemizde yaşanan işsizlik, kadınların çalışma hayatına katılmalarına karşı sosyal direnç, özürlü kadınların i şgücü piyasasında talep edilen vasıflara sahip olmayışları, eğitim düzeyinin düşüklüğü ve mesleki rehabilitasyonun yetersizliği, özürlü kadına yönelik iş imkanlarının sınırlılığı ve işgücü maliyetinin yüksekliği vb. öncelikli olarak karşımıza çıkmaktadır (Kuzgun, Aydın, 2005). Herhangi bir yerde iş bulan özürlü kadınlar düşük ücret, düşük statü ve kötü çalışma koşullarıyla karşılaşmaktadır.Çalışan özürlüler için bile ayrımcılık eğitim fırsatlarının azlığı ve terfilerin azlığı ile sürmektedir. Bu durum özürlü kadınlar için daha ağır olmakta, onlar kadın olmalarıyla da bu konuda daha fazla ayrımcılıkla karşı karşıya kalmaktadırlar.

Ülkemizdeki verilere bakıldığında özürlü kadının işgücüne katılım, özürlü erkeğin işgücüne katılım düzeyine göre daha düşüktür. Özürlü kadınların işgücüne katılım oranı %6.71 iken; bu oran erkeklerde %32.22’dir (DİE; ÖİB, 2002). Türkiye’de 15 yaş ve üstü yaş grubu esas alındığında toplam 591.751 özürlü kadından ancak 39.719’unun işgücü piyasasında istihdam edilmekte veya iş arama süreci içinde bulunmaktadır. (DİE-ÖİB, 2004). Özürlü kadının işgücüne katılım oranı, kentsel ve kırsal kesimde farklılık göstermektedir. Kentsel kesimde özürlü kadının işgücüne katılım oranı % 8.88 iken; bu oran kırsal kesimde %4.51’dir (DİE-ÖİB; 2004).

İŞKUR’dan alınan 2005 yılı verilerine göre 2004 yılı için işe yerleştirilmek üzere sıra bekleyen 71703 özürlü bulunmaktadır. Bunlardan 62 158’i erkek, 9545’i ise kadındır. Bu rakamlar erkek ve kadın özürlülerin çalışma ve iş arama motivasyonları açısından da önemli bir bulgudur. 2004 yılı için işe yerleştirilen toplam özürlü sayısı 17 175 olup bunun 1320’si kamuda, 15 855’i özel sektörde işe yerleştirilmiştir. Buna karşılık aynı yıl için İş Kanunu gereğince özürlü istihdam etme zorunluluğu olan iş yerlerindeki açık kontenjan 26 729’dur. Açık bulunan kontenjanın 21 840’ı özel sektörde, 4889’u kamudadır.

2003-2004 yılında Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğünce (2005) özürlüler için açılan kurslara katılan özürlü erkek sayısı 607 iken özürlü kadın sayısı 446’dır. Özürlü kadınların pek çoğu yine çocuk bakımı ve el sanatları kursu gibi geleneksel kadın rolü ile örtüşen kurslara dahil olmuştur (Duyan, Karataş; 2005).

Çevre
Çevresel engeller bireyleri insan haklarından mahrum etmekte, fırsatları sınırlandırmakta ve özürlülüğe yol açmaktadır. Çevresel düzenlemelerin azlığı ve binaların ulaşılabilirliğinin olmaması özürlü kadınların çevrede, bölgeler arasında, binanın farklı bölümlerinde ve doğal çevrede bağımsız hareketlerini engellemektedir.

Özürlü kadınlar için kadınlara yönelik hizmetlere de (sığınma evleri, tecavüz kriz merkezleri, elbise dükkanlarına, kuaförlere gibi, eğer gerçekten kadın olmadıkları, görünüşleriyle ilgilenmedikleri veya kendi cinsellik ve sağlıklarının onların kontrolünde olmadığı varsayımının altı çizilirse) ulaşma da engeller bulunmaktadır.

Ulaşım ve Bağımsız Hareket

Bütün özürlü insanların taşınması, toplumdaki katılımları ve vatandaşlık görevlerini yerine getirebilmeleri için önemli bir anahtardır. Genelde kadın, özelde de özürlü kadın erkeklerden daha az mobildir ve özürlü kadınlar arasında uygun bir arabaya sahip olanların sayısı daha azdır. Sosyal, kültürel nedenlerle (özellikle karanlıkta, zor şartlarda vb.) tehlikelerle daha fazla karşı karşıya olduğu için evle daha fazla sınırlandırılmışlardır.

Birçok yerde birçok özürlü birey toplu taşıma araçlarını kullanamamaktadır. Toplu taşıma araçları sıklıkla ulaşılmaz, rahatsız ve yalnız seyahat eden bir kadın için tehlikelidir. Kişisel taşıma araçlarına ise genelikle ev halkı üyelerinden yalnızca erkek tarafından sahip olunmakta ve kullanılmaktadır.

Özürlü insanların topluma entegrasyonunda ve ekonomik yaşama katılımında uygun olmayan ulaşım sisteminin olumsuz yönde ciddi etkileri bulunmaktadır. Bu kendi yaşamlarının kontrolünü sağlamalarını veya kendilerine yetmelerini de engellemektedir.

Cinsellik ve İlişkiler:

Özürlü insanlar evlilik yapmak için özürlü olmayan insanlara göre daha şanssızdır . Bu oran Filipinlerde %45 oranından, Avrupa’da ki %4 oranına kadar değişebilmektedir. Evlilik açısından özürlü kadınlar özürlü erkeklere göre daha şanssızdırlar. Bu durum aynı zamanda boşanma oranlarında da bu şekildedir ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Özürlü kadınlar cinselliklerini keşfetmekte yeterince desteklenmemektedirler. Eğer onların seksüel bir ilişkisi varsa şanslı sayılmaktadırlar.

Özürlü kadınlar eşit ve ilişki kurulabilir kabul edilmemektedir. Eğer onlar özürlü olmayan kadın veya erkekle bir ilişkiye başlarlarsa, eşit olmayan seksüel partner, duygusal ve mali yük getiren daha zayıf eş olarak düşünülmektedir. Özürlü bir kadın veya erkekle bir ilişkisi varsa gerçek seçim olmadığı, başka bir şansının olmadığı düşünülmektedir. Görücü usulü ile yapılan evliliklerde özürlü kadın genellikle uygun aday olarak dikkate alınmamaktadır. Çin’de yasalar kalıtımsal özrü olan özürlü kadınların kısırlaştırılmasını gerektirmektedir. Öğrenme güçlüğü olan kadın ve kızların kısırlaştırılmaları hala birçok ülkede söz konusudur. Ergenlik dönemindeki özürlü kızların uterusunun alınması menstruasyonun düzenlenmesinin zorluğu tartışmaları haklı çıkarılmaya çalışılmaktadır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Aile Hayatı ve Ebeveynlik

Lloyd (2001)’e göre özürlü kadınların yaşadığı ayrımcılık, toplumun onlardan bir eş ve bir anne olarak beklentilerinde değil, bu rollerin yerine getirilmesinde özürlü kadınların hakkını ve kapasitesini reddedişinde yatmaktadır.

Bütün ülkelerde kadının fiziksel imajı, evlilik yapma şansını veya cinsel eş şeklini belirle mekte, ç ocuk doğurabilmesi özellikle özürlü olmayan çocuk doğurabilmesi, iyi bir anne olarak değerlendirilmesini ve kadının değerini belirle mektedir . Araştırmalar özürlü kadınların hamileliğinin sona erdirilmesi ve kısırlaştırılmaları üzerinde baskıların olduğunu göstermektedir ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt, 1996 ).

Özürlü nüfusun medeni durumu incelendiğinde hiç evlenmemiş olanların oranı %34,41’dir. Özürlü erkeklerin oranı özürlü kadınlara göre daha yüksektir (DİE-ÖİB, 2004). Gökçearslan’ın (2005) aktardığına göre, Arıkan(2001)’ın 154 görme özürlü kadınla yapmış olduğu araştırmasında gelişim görevlerinden biri olan evlenme durumu incelenmiştir. Buna göre araştırmaya katılan kadınların %59.7’sinin bekar, %35.1’inin evli olduğu ortaya çıkmıştır. Görme özürlü kadınlara ilişkin araştırmalar bu kadınların özürlü olmayan kadınlara ve özürlü erkeklere kıyasla daha yüksek oranlarda evlenmediklerini, boşandıklarını, ayrı yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Bu araştırmaya göre fiziksel özürlülük evlilik ilişkilerini ve evlilikte uyumu etkilemektedir. Bu nedenle özürlülerin evlilik yaşamına daha uzak oldukları söylenebilir (Duyan, Karataş; 2005).

Toplumsal yapı içerisinde yaygın olarak kabul edilen kadınlık görevlerinden biri de çocuk sahibi olmaktır. Bir çok genç kız bir kadınlık rolü olarak çocuk sahibi olma ve büyütme konusunda cesaretlendirilirler. Özürlü kadınlarda ise bu durum tam tersi yöndedir. Özürlü kadınlar çocuk sahibi olma konusunda aileleri ve çevreleri tarafından engellerle karşılaşmaktadırlar. Yaygın bir inanışa göre özürlü kadınlar cinsel soğukluk yaşamakta ve bu kişilerin çocukları da özürlü olmaktadır. Yapılan araştırmalarda özürlü kadınların hem cinsleri gibi normal bir cinsel yaşamları olduğu ve çocuk yetiştirme konusunda çok büyük sıkıntılar yaşamadığı görülmüştür (Gökçearslan; 2005).

Genetikteki Gelişmeler

Medikal alanda, özellikle genetik alanında ayrımcı, önyargılı tutumlar vardır. Yalnızca özrü nedeniyle bir kişinin yaşamına son verilmesi veya doğumunun engellenmesi kabul edilebilir olarak görülmektedir. Cinsiyetin veya özrün doğum öncesi tanılanması ile yapılan yanlış uygulamalar, kalitesiz olarak görülen insan grubunun doğumunun önlenmesini hedeflemektedir. Kürtaj için en son nokta ülkeden ülkeye değişmekle birlikte genellikle 22 ile 26 hafta arasındadır. İngiltere’de ve diğer birkaç ülkede fetüsün kürtajı özürlülük kuşkusu varsa doğum anına kadar yasaldır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ). Bunun yanı sıra zorla kürtaj ve kısırlaştırma birçok özürlü kadının maruz kaldığı bir cerrahi müdahaledir. Bir çok özürlü olmayan kadın da özürlü bebeğin doğumunu gerçekleştirmenin sorumsuzca, gebeliği sonlandırmanınsa en iyi şey olduğunu düşünmeleri yönünde cesaretlendirilmektedir. Ekonomik ve duygusal yargılar özürlü bir çocuğun aileye yük getireceği, ekonomik kaynakların ve duygusal enerjinin boşa harcanacağı kürtajı doğrulamak, toplumu saflaştırma sorumluluğunu içerecek şekilde verilmektedir. ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ).

Şiddet ve İstismar

Özürlü insanlar yüksek oranda fiziksel, duygusal ve cinsel her türlü istismara uğramaktadırlar. Özürlü insanların istismarı,çoğunlukla bağımlı olan kadınlar tarafından yaşanmaktadır. Özürlü kadına yönelik istismar oranının, özürlü olmayan kadınlara benzer şekilde hatta bazen daha yüksek oranda olduğu, özürlü kadınların duygusal, fiziksel ve cinsel istismara daha uzun süre maruz kaldığı bilinmektedir. Özürlü kadınlar diğer kadınlara oranla daha güçsüz oldukları, kendini ifade etmede güçlük çekmeleri, toplum tarafından horlandıkları ve küçük görüldükleri, kimsenin kendilerine inanmayacağını düşündükleri için yabancılar, yeni tanışılan kişiler, arkadaşlar, aile dostları hatta akrabalar tarafından cinsel istismara maruz bırakılmaktadır. Bütün toplumlardaki fiziksel görünüşün büyük önemi olması nedeniyle, özürlü kadınlar kendilerini özürlü olmayan kadınlardan daha değersiz hissetmektedirler ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ).

Çok ciddi bir problem olmasına rağmen ne yazık ki özürlü kadına uygulanan şiddete ilişkin çok sınırlı bilgi elde edilmektedir. Özürlü kadına yönelik şiddete ilişkin sınırlı bilgi olmasına rağmen yurt dışında yapılmış araştırmalar bu sorunun yaygın bir problem olduğunu ileri sürmektedir. Yapılan çalışmaların çoğunda, özürlü kadınların daha çok eşleri tarafından duygusal ve fiziksel istismara uğradıkları ortaya çıkmaktadır. Özürlü kadına yönelik istismarlarla ilgili yapılan çeşitli araştırmaların bulgularına göre fiziksel özrü bulunan 31 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada bu kadınlardan 25’inin (%81) cinsel, fiziksel ya da duygusal istismara uğradıkları belirtilmiştir. Yine istismara uğramış 55 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada kadınlardan 15’inin cinsel, 17’sinin fiziksel, 23’ünün duygusal istismara uğratıldıkları belirlenmiştir. Başka bir araştırmada ise 439 özürlü kadın ile 421 herhangi bir özrü olmayan kadına anket formu uygulanarak istismara uğrama durumları incelenmiştir. Araştırma sonucunda özürlü kadınlar ile özürlü olmayan kadınların istismara uğrama durumları arasında farklılık olmadığı bulunmuştur (Aral, Gürsoy, Ayhan; 2005).

Kadının özürlü olması her koşulda şiddete maruz kalmasına neden olmakta, dolayısıyla kadının özrü şiddet açısından kışkırtıcı olmaktadır. Zihinsel özürlü, işitme özürlü ya da birden fazla özrü olan kadınlar ne yazık ki şiddete uğradıklarında bunu ifade etmede ve yardım istemede zorluk çekmektedirler. Aral, Gürsoy, Ayhan (2005)’ın, Ford ve Moore (2000), Hassouneh-Phillips ve Ann Curry (2002), Chang ve ark. (2003)’den aktardığına göre duygusal, fiziksel, cinsel istismarın yanında özürlü kadınlar aynı zamanda özürlerinden dolayı bazı özel istismar çeşitlerine de maruz kalabilmektedir. Özürlü kadınların temel ihtiyaçlarının karşılamada başkalarına bağımlı olması nedeniyle istismara daha açık oldukları görülmektedir. Bu tip istismar; özürlü kadına gerekli olan yardımcı aletlere (tekerlekli sandalye, telefon kullanamama, yeterli oksijen olmasını engelleme vb.) zarar verme ya da kullanmasını engelleme şeklinde olabildiği gibi özürlü kadını uygun olmayan bir ortamda terk etme, savunmasız bırakma ya da banyo yapma, yeme-içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamama şeklinde de gerçekleşmektedir.

Özürlü kadınları cinsel istismardan korumak yerine, bu kadınlar bilgilendirilmeden, rızaları alınmadan zorla kısırlaştırılarak yanlışlıkla bebek sahibi olmaları önlenmeye çalışılmaktadır. Bu tecavüzü takip eden hamileliği engelleyebilmekte, ama cinsel yolla bulaşan hastalıkları ve diğer travmaları engelleyememektedir.

Özürlü kadınlara, çaresizlik ve ekonomik yoksunluktan dolayı fuhuş yaptırıldığı, müzik gruplarında emekleri sömürüldüğü, karın tokluğuna çalıştırıldıkları gibi söylemler vardır (Duyan, Karataş; 2005).

Ülkemizde olmamasına karşın çeşitli ülkelerde kız çocuklarına bir tür şiddet olan sünnet uygulanmaktadır. Tahminen Afrika’da 28 den fazla ülkede 100 milyonun üzerinde kadın ve kız genital olarak mutasyona uğramıştır. Tahminen bir yılda 2 milyon, günde ise 6000 kız genital mutasyona uğrama riski altındadır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ). Bununla birlikte operasyonun tipinin sıklığı, yaygınlığı üzerine ulaşılabilen bilgiler yetersizdir. Genellikle sözel ve önyargılı söylemlere dayandığı için elde edilen veriler hatalı ve net değildir. Bu konudaki tek güvenilir ve ülke çapında olan veriler Sudandadır. Afrika dışında Umman’da, Güney ve Kuzey Yemen’de, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Bahreyn’de Katar’da ve bazı Suudi Arabistan bölgelerinde kızlara sünnet uygulamaları yapılmaktadır. Ortadoğu’da çalışan ebe ve doktorların raporları da Sudan ve Somali’den göç edenler arasında çok yaygın olarak uygulandığını göstermektedir. Bununla birlikte Ortadoğu’daki uygulamaların boyutu bilinmemektedir. Bu uygulamanın hareket zorluğu, cinsel işlev bozukluğu, enfeksiyon nedeniyle oluşan kısırlık gibi fiziksel ve psikolojik sonuçlarının yanı sıra, HIV enfeksiyonu riskini artırdığına ilişkin şüpheler de bulunmaktadır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ).

Çoklu Ayrımcılık

Birçok özürlü birey özrünün yanı sıra ırkı, dini, cinsiyeti, cinsel tercihi, aile veya eşinin durumları, yaşı ve dili nedeniyle de ayrımcılıkla karşı karşıyadır. Öğrenme güçlüğü çeken, akıl ruh sağlığı merkezlerinde tedavi görmüş kadınlarda, özürlü olmayan kadın ve erkekler arasındaki ayrımcılığa benzer şekilde, özürlü kadınların arasında da ayrımcılıkla karşılaşılmaktadır ( Dısabled Women: An Internatıonal Resource Kıt; 1996 ).

Bu ana başlıklar bir çok değişkene dayalı olarak farklılık gösterebilir ve çoğaltılabilir. Ancak önemli olan ayrımcılığın her yönü gözönünde tutularak, bütünüyle savaşılması ve yok edilmesidir.

Sonuç

Toplumsal yaşamda kadın olmak başlı başına farklı sorunları beraberinde getirirken buna özürlü olmak da eklenince durum daha da karmaşık hale gelmektedir. Toplumsal hayatta kadınlara ilişkin pek çok konu henüz tartışılırken, buna özürlülük gibi farklılık yaratan konuların da eklenmesi büyük önem taşımaktadır. Özürlü kadınların, kendi yaşamları üzerinde daha çok söz sahibi olmaları ve onurlu bir yaşam sürdürmeleri için gereksinim duydukları koşulları yaratmak üzere etkin olmaları beklenmekte bu da temelde sosyal politika uygulamalarıyla gerçekleşecek bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

Sonuç olarak; özürlü kadın dediğimizde ayrımcılığa uğrayan iki kesimin nitelendiğini görülmektedir. Bir özürlü olarak kadın ve bir kadın olarak özürlü. Ayrımcılığa uğrayan, fırsat eşitliğini yaşayamayan toplumsal engellerle karşılaşan iki kesimin içinde de farklı derecelerde ayrımcılık sözkonusudur. Daha yüksek işsizlik oranları, daha düşük ücretler, daha az sağlık imkanı, eğitimin yetersizliği, daha fazla fiziksel ve cinsel istismara maruz kalma, kadınlara yönelik hizmet ve programlara katılım imkanının azlığı gibi sorunlar, bu kadınların karşılaşabileceği güçlüklerden sadece birkaçıdır. Konu hem kadın hem de özürlü olunca “farklılık” boyutu daha ön plana çıkmakta, genel tablo içerisinde özürlü kadınlar ihmal edilmekte, sayısal verilerin ve konu ile ilgili yapılan çalışmaların sınırlılığı kadınların sosyal sorunlarının örtülü olduğu anlamına gelmektedir. Y erel düzeyden başlayarak, örgütler aracılığıyla özürlü kadınların toplumla bütünleştirilmesi yolunda sistemli çalışmalara ihtiyaç vardır. “İnsan hakları” evrenseldir ve özürlü kadınlar da bu evreni temsil etmektedir. Politika oluşturma, karar alma ve uygulama süreçlerinde amaçlanan hedeflere ulaşılması ancak toplumun bilinçlendirilerek, kadınlar ve özürlüler lehine karşımıza çıkan tablonun iyileştirilmesi ile olanaklıdır. Özürlü kadınları, kendi gereksinimlerini ifade etme, seslerini duyurma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılma, yani kendi hayatları üzerinde egemen olma savaşımında, onları güçlendirecek her alanda sosyal politika ve düzenlemelere gereksinim vardır.

2000 yılı verilerine göre okur yazar olmayanların oranı toplam nüfus içinde %12,7, erkeklerde %6,1 iken bu oran kadınlarda %19,4’tür. Okur-yazar olmayan kadınların oranı erkelere göre üç kat daha fazladır. Yine 2000 yılı verilerine göre okur-yazarlık oranı toplam nüfusta %87,3, erkeklerde %93,9 iken bu oran kadınlarda %80,6’ya düşmektedir. İşgücüne katılma oranlarında da yine aynı eşitsiz tablo ile karşılaşılmaktadır. 2001 yılı için erkeklerde %72,4, kadınlarda ise %27,3 düzeyindedir. Bu oran kadınlarda 2004 yılı için daha da düşmüş ve %22,5’e gerilemiştir. Öte yandan işgücüne katılan her 100 kadından 49’u ücretsiz aile işçisi konumundadır. Kadınlar ağırlıkla tarım, hizmetler ve sanayi sektöründe çalışmaktadır. İşgücüne katılamayan yaklaşık 17 milyon kadının 11,5 milyonu bunun nedeni olarak ev kadını olmalarını göstermişlerdir. Ücretli çalışanların da daha çok geleneksel kadın rolleriyle örtüşen işlerde (hemşirelik, öğretmenlik, tekstil, çocuk, yaşlı ve özürlü bakımı, temizlik işleri gibi) çalıştıkları bilinmektedir. İşgücüne katılım düzeyi bu denli düşük olan kadınların %80’i herhangi bir sosyal güvelik kurumuna bağlı değildir. Bir başka açıdan söylenirse aktif sigortalı çalışan 11 milyon kişiden yalnızca 1.600 bini (%14.5) kadındır. Kamuda ve özel sektörde çalışan kadın ve erkekler arasında da ciddi bir gelir uçurumu olduğu bilinmektedir. Bu arada kadınlar gerek dünyada gerekse ülkemizde özel mülkiyet sahipliği açısından erkekler göre önemli bir dezavantaja sahiptir. Ülkemizde gayri menkul sahipliği oranı erkeklerde %73 iken, kadınlarda bu oran %8.7’dir. Kadınlarda ilk evlenme yaşı düşük (ortalama 18,4) olan ülkemizde kadınların yirmili yaşlarda ilk doğurganlık deneyimine sahip oldukları saptanmıştır. 15-49 yaşları arasında kadın başına toplam doğurganlık hızı kırda 2.65 iken bu sayı kentte 2 çocuk düzeyine inmektedir (Karataş, Duyan; 2005). Bu alanların tümünde ö zürlü kadınlar tümüyle ihmal edilmiş durumdadırlar. Onların durumlarını gösteren sayısal veriler ve yapılmış araştırmalar yok denecek kadar azdır. Bu alanda yapılmış araştırmaların ve sayısal verilerin olmayışı bile özürlü kadınların görünmezliğini, sosyal sorunlarının örtülü olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.


kaynak:T.C. Başbakanlık Özürlüler İdaresi - Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı