Çalışan Anne...


"Eve varınca önce mutfağa girsem, yemekleri ocağa koysam... Acaba bakıcı ben bunları yapana kadar bekler mi? Eğer hemen giderse Mert´i devralmam gerekecek. O da benimle oyun oynamak ister. Beni odasına götürürse yemeği hiç hazırlayamayacağım. Orhan gelince belki Mert´le o oynayabilir ve ben de yemeği hazırlayabilirim. Ya bugün onun işi uzarsa..."


Nilgün Hanım, kafasında bu düşüncelerle, servisle evine dönüyordu. Oğlunu bütün gün görmediği için özlemişti. Yorucu bir iş gününün ardından kendisini bitkin hissediyordu; evde yoluna koyması gereken bir sürü iş de onu beklemekteydi. Kendi kendine iyi bir organizasyonla her şeyin üstesinden gelebileceğini düşündü. Oğluyla birlikte olmak istiyordu; ama aynı zamanda onun taleplerini karşılayamayacak kadar da yorgundu. Sonunda eve geldi, anahtarıyla kapıyı açarken oğlunun sevinç içinde "Annem geldi, annem geldi" diye bağırdığını duydu. O anda kendisini çok mutlu hissetti. Oğluyla kucaklaştılar, birbirlerini öptüler. Nilgün Hanım, çantasını bırakırken, oğlu gün boyu neler yaptığını anlatmaya başladı. Anaokulundaki bir arkadaşı ona vurmuştu, o da arkadaşına bir tekme atmak zorunda kalmıştı. Öğretmeni, bu nedenle onu düşünme köşesine yollamıştı. Hatta bir daha böyle bir şey olursa, annesini çağıracağını da söylemişti. Mert bunları anlatırken, bakıcı hanım hazırlanmış, ertesi gün görüşmek üzere vedalaşıp gitmişti. Nilgün Hanım, odasına gidip üzerini değiştirmek istedi. Mert de peşinden... Nilgün Hanım, tuvalete gitmesi gerektiğini söyleyerek, kapıyı kapattı. Mert tuvalet kapısında ağlamaya başladı. Nilgün Hanım, kendini giderek daha kötü hissetmeye başladı; suçluluk duygusu içini iyice kemiriyordu. İyi bir anne olamadığı açıktı: Oğlu okulda sorunlu bir çocuk olmaya adaydı, kapıdan girdikten kısa bir süre sonra oğlunu ağlatmayı başarmıştı ve birazdan oğlunun karnı acıktığında ona yedirebileceği bir şey de hazırlayamamıştı. Kendisini toparlayıp banyodan çıktı, oğlunu kucakladı ve onu çok sevdiğini söyledi...


Çoğu çalışan annenin kendisinden bir şeyler bulabileceği bir durum...


Gerçekten, çalışan anne olmak yetersiz bir anne olmak anlamına geliyor mu? Bu sorunun yanıtı: Hayır! Çalışan anne olmanın farklı bir annelik kavramı olduğunu kabul ederek yola çıkmakla başlıyor her şey. "Anne" olmayı çok klasik kalıplar içinde tanımlayıp o kalıpları ölçü almak, çalışan kadınların vazgeçmeleri gereken yanlış inanışların başında geliyor. İkinci yanlış inanış ise her şeyin çok mükemmel olması gerektiği. Hem bütün gün bir iş yerinde olmak, hem çocukla ilgilenmek ve bütün ihtiyaçlarını gidermek, hem ev işlerinin altından kalkmak, tek kişinin başarabileceği bir şey değil; bir kişinin bu kadar çok rol üstlenmesi de sağlıklı değil. Bu işlerin her zaman aynı standartta olması gerekmiyor. Evin çok temiz olması, çocuğa ayrılacak zamanın daha az olması demek. Akşam yemeklerinin çok düzenli ve çeşitli olması da aynı anlama geliyor.


Sonuç olarak ortaya çıkan durum, zamana karşı bir yarış ve işlerin belli bir öncelik sırası içinde belli zaman dilimleri içine sığdırılarak organize edilmesini gerektiriyor. Hangi işe öncelik vermeli? Çocuğun, muhakkak ki annesiyle birlikte olmaya çok ihtiyacı var. Aynı şekilde, annenin de çocuğuyla birlikte olmaya ihtiyacı var; ama annenin aynı zamanda biraz kendisine zaman ayırmaya da ihtiyacı var. Bu noktada, üzerinde durulması gereken çok önemli bir konu, çocukların kendilerine gösterilecek ilgiyi parça parça ve dağınık olarak almaktan hoşlanmamaları.


Annesi eve girdikten sonra çocuk, ihtiyacı olan ilgiyi alabilmek için sürekli anneyi kovalamak ve çeşitli yöntemlerle ilgisini çekmek zorunda kalıyorsa, bu çocukla annesinin ilişkisi çok kısa bir zaman sonra bozulacaktır. Çocuk tam bir şey anlatmaya başlamışken annenin başka bir işle meşgul olması, cevap vermemesi, çocuğun öfkesini artıracaktır. Sonunda çocuk, yemekte sorun çıkarmak, kendisinden istenilen şeyleri yapmamak gibi ilgi çekmeye yönelik davranışlar içine girecektir. Bu da annenin daha çok üzülmesine ve kendini suçlamasına neden olacaktır. Bu kısırdöngünün oluşması yerine, anne ile çocuk arasında birlikte olunan saatlerin nasıl geçirileceğine dair bir anlaşmaya varılması, en uygun yoldur. Bu amaçla, çocuk ve annesi birlikte oturup bir program yaparlar ve iki taraf da bu programa elinden geldiği kadar sadık kalmaya çalışır.


Bu programın içinde, çocukla geçirilecek yaklaşık 30 dakikalık bir "özel oyun zamanı" olmalıdır. Bunun program akışı içinde hangi noktada yer alacağına da anne-çocuk birlikte karar verirler; örneğin çizgi filmden sonra, yemekten sonra gibi. Bu zamanın hiç bölünmemesi ve tamamen çocuk tarafından şekillendirilmesi önemlidir. Ayrıca bu zaman, bir ödül de değildir. Anne ile çocuk arasında yapılacak program, çocuğa şu şekilde anlatılabilir:


"Benim eve geldikten sonra üstümü değiştirmem gerekiyor. Sen o sırada bir resim yapmaya başlayabilirsin. Ben giyinince senin yanına geleceğim ve ondan sonra saatteki büyük kol şuradan şuraya gelene kadar seninle oynayacağım. Oyun zamanı bitince ben mutfağa gideceğim/salonda gazete okuyacağım. Sen istersen benim yanımda olabilirsin, seninle sohbet edebilirim ama yemeği de hazırlamam lazım. Baban gelince de yemek yiyeceğiz. Yemekten sonra da babanla oynayabilirsin. Sonra dişlerini fırçalayacaksın, pijamanı giyeceksin. Yatmadan önce ben de sana bir masal okuyacağım."


Bu program, çeşitli resim kartlarıyla çocuğun odasına da asılabilir. Bundan sonra, annenin bu programa sadık kalması ve çocuğun programa uymaması halinde yapılan anlaşmayı anımsatması gerekir. Çocuk programı çok aksatırsa program uygulanamayacağı için belli şeylerden de mahrum kalması söz konusu olacaktır; bu bir ceza değil bir ´yaptığının sonucuna katlanma´ durumudur. Örneğin çocuk annenin üstünü değiştirmesine izin vermezse, oyun zamanı kısalacaktır gibi...


Çocukla bu şekilde oluşturulmuş bir program çocuğun hem birleşme, hem ayrışma gereksinimlerine cevap verecek, annesiyle geçireceği zamanı onun açısından tahmin edilebilir kılacaktır. Belirgin hale getirilmiş durumlar, çocukları her zaman rahatlatır ve daha huzurlu yapar; çocuğun içindeki "Annemin ilgisini acaba ne zaman ve nasıl çekeceğim?" merakını da giderir. Böyle bir program, çalışan anne-çocuk ilişkisinde yaşanan diğer uçtaki sorunları da önler ki, bunlar da annenin kapıdan içeri girdiği andan itibaren bütün zamanını çocuğa ayırmasından kaynaklanır. Böyle bir durumda da çocuk, annenin tamamen kendisine ait olduğunu zanneder ve her ihtiyacını anne üzerinden gidermeye çalışır. Anne ile arasında bir sınır hissedemediği için de bu sınırı tanımlayabilmek adına sürekli denemelerde bulunur ve annenin kendisini kötü hissetmesine neden olur. Böyle bir durumda da, programın anne ve çocuğun ayrı alanları olduğunu vurgulaması önem kazanır. Oyun sırasında anne ve çocuk yoğun bir birliktelik yaşar ama sonra ayrılırlar.


Çalışan bir annenin düşünmesi ve planlaması gereken konulardan birisi de yapılması gereken işleri ne ölçüde, kime paylaştırabileceğidir. Örneğin, evdeki bakıcı hanımdan ev işlerine biraz yardım etmesi, hatta zaman zaman yemek de pişirmesi istenebilir mi? Anneanne haftanın belli günlerinde destek sağlayabilir mi? Eşler arasında işler ne kadar paylaştırılabiliyor? Çünkü annenin salt kendisine de zaman ayırabilmesi çok önemlidir. Aksi halde bir tükenmişlik ve annelikten zevk alamama duygusu ağır basmaya başlayacaktır.


Çalışan anneye öneriler:



1. Hayatında öncelik vereceği alanları saptamak. (Çocuk, eş, iş, ev gibi).

2. Bu alanları bir öncelik sırasına koymak.

3. Anne olmanın, zamanın tümünü çocukla geçirmek olduğu yönündeki inanışından vazgeçmek.

4. Hayatındaki önemli alanların hepsinin mükemmel düzeylerde olması gerektiği inanışından vazgeçmek.

5. Çocuğuyla birlikte paylaştıkları zamana yönelik önceden bir program yapmak ve bir rutin saptamak.

6. Bu rutine sadık kalmak.

7. Kendisinin annelik konusunda iyi niyetli ve yeterli olduğuna inanmak.

8. Ters giden bir günün sonunda kendisini suçlamayıp ertesi güne beyaz bir sayfayla başlamak.


.alıntı.