Erdoğan, cemaat vakıfları tarafından verilen iftarda “Maalesef şu anda Türkiye’ye karşı çifte standarttan da öteye AB’nin akıl tutulması yaşadığı bir dönemdeyiz. Olmazsa Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine biz Ankara siyasi kriterlerini koyar, yolumuza devam ederiz” dedi

Başbakan Erdoğan, “Bizim ülkemizde vatandaşımızın inancından, etnik kökeninden, giyiminden, farklı hayat tarzından dolayı baskı gördüğü dönemler, evet, geride kaldı. Bu ülkenin hiçbir vatandaşı, Anayasa ve yasalar karşısında diğer bir vatandaşa üstün değildir. 74 milyon vatandaşımızın her biri bu ülkenin asli unsurudur, birinci sınıf vatandaşıdır” dedi.

Başbakan Erdoğan, cemaat vakıfları tarafından İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde verilen iftara katıldı. Erdoğan, iftar programında temsil edilen cemaatlerin bütün mensuplarına selam ve sevgilerini gönderdiğini belirterek, şunları kaydetti:

‘İşte burası İstanbul’
“İşte, burası İstanbul. Burada yüzyıllar boyu ezan, hazan ve çan bir arada olmuştur. Burada camiler, kiliseler, sinagoglar yüzyıllarca aynı caddede, aynı sokakta yan yana yaşamıştır. Millet olarak, ülke olarak bu noktada eşsiz bir tecrübeye sahibiz. Bugün bizi diğer ülkelerden farklı kılan en önemli özelliğimiz de budur. O tarihi kökler üzerinden bugün, burada, sizlerle birlikteyiz, bir aradayız. İnşallah daima barış ve huzur içinde buradaki gibi bir arada, birlikte olacağız.”

Konuşmasında AB’nin Türkiye’ye yönelik tavrını eleştiren Erdoğan şunları kaydetti:
“Maalesef şu anda Türkiye’ye karşı çifte standarttan da öteye AB’nin akıl tutulması yaşadığı bir dönemdeyiz. Bizim gösterdiğimiz samimiyeti AB üyesi ülkeleri gösteriyor mu? Hayır, öyle bir şey yok, açın AB müktesebatını göreceksiniz. Ne Almanya’da, ne Fransa’da, ne Hollanda’da, ne Belçika’da, İskandinav ülkelerinin hiçbirinde bizim şu anda gösterdiğimiz müktesebata uymaya yönelik adımlar, hiçbirinde bize karşı gösterilmiyor. Bunları önlerine koyduğumuz zaman da orada tıkanıyoruz. Öyle de olsa, biz diyoruz ki: Bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Oldu, olmadı. Olmaması halinde Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine biz Ankara siyasi kriterlerini koyar, yolumuza devam ederiz. Maastricht ekonomik kriterleri yerine İstanbul kriterlerini koyar, yolumuza devam ederiz. Şu anda biz adımlarımızı atıyoruz. İstanbul’u finans merkezi haline getiriyoruz. Merkez Bankasını şimdilik tehir ediyoruz, onun dışındaki bütün devlet bankalarını, Sermaye Piyasası Kurumunu, Rekabet Kurumunu, hepsini İstanbul’a taşıyoruz. İstanbul, aynen bu şekilde bir yapılanmayı gerçekleştiriyor. Bütün bu kurum ve kuruluşların yapılanmasının adımları hep buna yönelik. Artık bilinmeyen bir şey yok. Her şey biliniyor. Hele hele Türkiye için bunlar zor şeyler değil.”

Azınlık temsilcilerinden Erdoğan’a teşekkür

Serin bir Ağustos gecesi, İstanbul bomboş, Sultanahmet’in daracık sokaklarından ‘vıııın vıııın’ kırmızı plakalı arabalar geçiyor. Topuklu ayakkabılarla düşe kalka Arkeoloji Müzesi’nin görkemli bahçesine adım attığımda karşıma ilk Laki Vingas çıkıyor.
Yüzü gülüyor. Rum asıllı işadamı, adı Vakıflar Meclisi olan ve yarım asırdır asli görevi Türkiye’de yaşayan gayri-Müslümlerin haklarını korumak değil tam tersine gasp etmek olan kurumun yeni yüzü. 162 cemaat vakfının devlet nezdindeki yeni temsilcisi. Azınlık vakıflarının Başbakan Erdoğan adına verdiği iftar yemeğindeyim ve Laki’den sonra rastladığım tüm ‘azınlık’ temsilcilerinin (‘azınlık’ aslında sadece etnik anlamda değil, Lozan’dan bu yana gayri-Müslüm demenin kibarcası sayılıyor) ağzı kulaklarında.

Herkes kıpır kıpır
Laki’nin hemen yanında İshak Alaton, biraz ilerde Yahudi cemaat başkanı Sami Herman, Hahambaşı İshak Haleva var. Hatay’dan, Mardin’den, İzmir’den gelmiş Rum, Yahudi, Ermeni, Süryani, Keldaniler var çeşitli masalarda. Siyah cübbeleriyle Süryani ve Ermeni patrikleri çoktan şeref masasında yerlerini almışlar. Herkes kıpır kıpır.
Heyecanın nedeni, antik Roma lahitleri ve Bizans büstleriyle süslenmiş bu muhteşem bahçede yemek yiyecek oluşumuz değil. Başbakan’ın ilk kez gayri-Müslümlerin düzenlediği bir iftara katılıyor oluşu da değil.

Heyecanın nedeni, bu iftarın aslında bir kutlamaya dönüşmüş olması. Hükümet geçen hafta sürpriz bir biçimde (ve ustaca bir Kanun Hükmünde Kararname’nin içine gizleyerek) azınlık vakıflarının el konulan mülklerinin geri verilmesine karar verdi. Geri verilemeyen ve üçüncü şahıslara satılan mülkler içinse tazminat ödenecek.
Bu, Laki ve azınlık vakıflarının yıllardır hayalini kurduğu bir rüyanın gerçekleşmesi demek.

Kararın önemini şöyle anlatayım. Yüzyıl önce bu şehrin neredeyse yarısı ve Diyarbakır’dan Bursa’ya şimdi Türkiye olan coğrafyanın neredeyse her köşesinde dağılmış yaşayan gayri-Müslümler, zaman içinde sadece nüfus değil pey der pey haklarını, okullarını, arsalarını ve hatta kilise ve havralarını kaybetti. Azınlık vakıfları Osmanlı’dan bu yana bu coğrafyadaki ‘çok-kültürlü’ hayatın en önemli unsurlarındandı. Ancak devlet, özellikle son 50 yılda düzenli olarak azınlık vakıflarının mallarına el koymaktaydı.

Büyülü atmosfer
Bahçenin büyülü atmosferinden olacak, iftar tam bir sessizlik içinde başladı. İğne atsan yere düşmeyecek gibi. Kuran okunduktan sonra azınlıkların da olduğu bir orkestra, Rum, Ermeni ve Yahudi bestekarlardan tanınmış Türk Sanat Müziği ezgilerini okudu. Sahnede Pelin Süer güzel sesiyle ‘İncecikten bir kar yağar’ dedikten sonra azınlık temsilcileri bir bir çıkıp incecikten teşekkür ettiler.

Vingas, Başbakan’dan hemen önce yaptığı konuşmasında, ‘Artık geçmişten gelen baskıların korkusunu atıyoruz. Devletle temasın artık korkulacak bir şey olmadığını yaşıyoruz. Yeni anayasa bizim de anayasamız olmalıdır. Geleceğimizin garantide olduğunu hissediyoruz’ dedi. Biraz sonra kürsüye çıkan Erdoğan’ın iki yanında prompter, prompterların hemen arkasında müzedeki son serginin devasa afişi vardı: ‘İmparatorluklar İstanbul’da: Hitit’den Osmanlı’ya.’

İftardaki azınlıklar, gerçekten sayıca az; toplam 100 binin biraz üzerinde bir nüfusu temsil ediyor. Ancak haklarının kabulü, 74 milyonluk Türkiye için yeni bir eşik...(Milliyet)