ÇALIŞAN ANNELERİN ÇOCUKLARIN DAVRANIŞLARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ NELERDİR?

Yapılan araştırmalar, gebeliğin son aylarından itibaren çocuğun duygusal belleğinin olduğunu ve çocuğun sevilip sevilmediğini, istenip istenmediğini belleğine kaydettiğini gösteriyor. Beynimiz düşünceleri ve bilgileri hafızamıza kaydettiği gibi duygularımızı da kaydeder. Çocukluk dönemlerinde de sevilip sevilmemek, istenip istenmemek çocuğun beynine sürekli yazılır.
Çocuk bir yaşına kadar hep kaydeder. Konuşmaz ama konuşuncaya kadar olanları kaydeder. Çocuk, doğduktan sonra kendisini annesinin bir parçası olarak görür, “annem ve ben” demeye başlar. “Annem, ben ve diğerleri” kavramı ise çok daha sonra şekillenir. Yani bu dönemde annenin ilgisini, şefkatini hissetmesi kişilik gelişimi açısından çok önemlidir.
Çocuğun kişilik gelişimi ve duygusal gelişimi açısından ilk dört yılın hayati bir önemi vardır. Deyim yerindeyse bu süre zarfında çocuğun beyninde kişiliği ile ilgili bir network oluşur, kişiliğinin temel özellikleri oturur. İlk dört yıl çocuğun anneyle duygusal alış veriş ve paylaşım içinde olması, çocuğun kendini güvende hissetme ihtiyacını karşılamanın en kolay ve en emin yoludur.(Aydınlı,2003)
Bebekliğin ilk döneminde anne çocuktan birkaç saat uzaklaşsa, çocuk kendisini sudan çıkmış balık gibi hisseder. Çocuk kendini güvende hissetmezse müthiş bir tehdit altında olduğunu zanneder, korkar ve bünyesi stres hormonları salgılar. Hatta halkımızın kısa süreliğine annesinden ayrı kaldığı için huysuzlaşan, ağlayan bebekleri sakinleştirmek için bulduğu güzel bir çözüm vardır: Çocuk ağladığı zaman ona annesinin bir eşyasını koklatırlar, annesinin kokusunu alan çocuk sakinleşir çünkü bu koku kendisini güvende hissetmesini sağlar.
Çocuk açısından annenin A ya da B olması önemli değildir. Çocuk ilk anda anneye alıştığı için onu, daha doğru bir ifadeyle kendisine alıştığı ve yanında kendini güvende hissettiği kişiyi arar. Alıştığı kişinin kokusunu, gülüşünü, bakışını duygusal hafızasına yazmıştır ve onu aramaktadır. Ancak bir müddet sonra kendisiyle aynı yoğunlukta, aynı şekilde ilgilenen bir başka kişiyi de benimser. Bu kez de onu sığınılacak bir liman olarak görür. Bu noktada güvenilir bir bakıcı bulup onu değiştirmemenin çocuğun güven duygusunun gelişmesi açısından önemini vurgulamalıyız.(Yeşilyaprak,2003)
Bakıcının sık sık değişmesi çocuğu psikolojik olarak etkiler. Yuvaya bırakılan, yuvada çok iyi bakılan, yedirilen, içirilen çocuklarda görülen hospitalizasyon hastalığı adlı bir rahatsızlık vardır. Bu çocuklarda yuvada kendilerine özenle bakıldığı halde gelişme geriliği görülmüştür. Bunun nedeni araştırıldığında ortaya şu sonuç çıkmıştır: Bu yuvaların özelliği, bakıcıların vardiyalı çalışmasıdır. Bakıcılar çocuklarla çok iyi ilgilenmektedirler ama sürekli farklı bakıcılar çocuklarla ilgilendiği için çocuğun duygu alış verişi yapacağı, teke tek ilişki kuracağı birisi olamamaktadır. Yapılan araştırmalar bu yuvadaki çocukların beyinlerinin büyüme hormonu salgılanmadığını, bu yüzden çocukların büyümesinin yavaşladığını ve buna bağlı olarak da vücut dirençlerinin düştüğünü, sık sık hasta olduklarını bulgulamıştır. Eğer çocuğun bakıcısı sürekli aynı kişi olursa ve çocuk onunla iyi bir ilişki kurabilirse böyle bir sorun yaşanmaz.
Çocuk beş altı yaşına kadar, kabaca okul dönemine değin anneye bağlıdır. Kişiliğini annesine bağlı olarak kurgular. Vurguluyoruz ki ideal olan çocuğu ilk dört yıl annenin büyütmesidir, bununla beraber bir çocuğun okul dönemine kadar annesine bağlı olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir.
Annenin çocuk okul çağına geldikten, çocukta gerçeklik kavramı geliştikten sonra çalışmaya başlaması çocuk açısından çok daha uygundur. Bu durumda bile dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. O ana kadar çalışmayan annesinin bir anda çalışmaya başlaması çocuk açısından yeni bir durumdur ve bunu kabullenmekte zorluk çekebilir. Dahası çocuğun bunu annesinin kendisini terk ettiği şeklinde yorumlaması ve sebebini de kendinde araması söz konusu olabilir.
Çalışma hayatına dönen anne bu durumu çocuğuna onu büyük bir insan gibi kabul ederek anlatmalıdır. Her şeyi açık ve çocuğun anlayabileceği bir dille ifade etmeli ve bu durumun kendisinden kaynaklanmadığını özellikle belirtmelidir.
Aslında çocuğu duygusal açıdan zedeleyen şey hayatın gerçekleri değil, anne babanın ona karşı olan tutumudur. Çocuğu büyük bir insan gibi kabul etmek gerekir. Ona hayatı, gerçekleri, acıları ciddi ciddi anlatmazsak, çocuk gibi davranmaya devam edersek, çocuk kendisini aptal gibi hisseder. Oysa büyük insan gibi gerçekleri ona açık bir şekilde anlattığımız zaman kendisine değer verildiğini düşünür. Anne çocuğa karşı sakin ve soğukkanlı olabilirse çocuk durumu daha kolay kabul edebilir. Aksi halde sinirli, heyecanlı bir üslup çocuğun da aynı hislere bürünmesine ve olayı kabullenmekte zorlanmasına yol açabilir.
Çocuk anlamaz diye düşünüp ona ciddi bir açıklama yapılmadığı zaman bu belirsizliğin çocuğa verdiği zarar daha fazla olur. Ona anladığı dille gerçekleri söylemek gerekir. Söylediklerimiz belki başta çocuğu çok üzecektir ama üzüntü duygusu acı çekmemiz için değil çözüm üretmemiz için verilmiştir. Çocuk ilk zamanlarda bu duruma üzülecektir. Fakat zamanla annesinin kendisini hâlâ sevdiğini, kendisine önem verdiğini görüp yeni durumu kabul edecektir.
Kaldı ki üzüntü duygusuyla tanışmak ve ardından üzüntüye çözüm üretmeye çalışmak çocuğun kişiliğinin gelişmesine olumlu katkı sağlar. Çocuk aşırı koruma altına alınmamalı, kaldırabileceği gerçekler anlayabileceği bir dille onunla paylaşılmalıdır. Bu hem belirsizlikten doğacak sıkıntıyı giderir hem de çocuğun kendisini önemli hissetmesini sağlar. “Annem hayatındaki yenilikleri bana anlatıyor, demek ki ben onun için önemliyim” diye düşünür.
Şunu unutmamak gerekiyor ki hayat müşterektir. Babalarda çalışan annelere mümkün olduğunca anlayış gösterip onlara yardımcı olmaları önemli bir püf noktadır. Çocuk bakımı ve ev işleri sorumluluğunu sadece annelere bırakmak çok büyük haksızlık olup babaların çalışan annelere yardımcı olması, onların ev ile ilgili görevlerine yardım etmeleri, çocuk bakımı ve eğitimi ile ilgili sorumluluğu anne ile beraber üstlenmesi gerekir.
Çalışan anne ve babalar şu önemli noktaya dikkat etmelidirler: çocuk ile geçirilen vaktin miktarı önemli değil, o vaktin nasıl geçirildiği ve kalitesi önemlidir. Yani nice çalışmayan anne vardır ki çocuklarıyla çoğu zaman beraberdirler ama yeterince ilgi ve sevgi gösteremezler. Aynı şekilde nice çalışan anneler vardır ki akşam çocuğuyla geçirdiği çok verimli 30-40 dakikalık vakit ile çocuğun sevgi ihtiyacını karşılayabilmektedir. (Tarhan,2004)

ALINTI