Unutulmayan Spor Filmleri

Her türlü spor, yıllar boyunca bir çok filme konu olmuş, bu filmlerin çoğu basmakalıp ve sıkıcı olduğundan spor filmleri kategorisine kara kedi gözüyle bakılmıştır. Söz konusu filmlerin önemli bir kısmı korkunç derecede birbirlerine benzemekle kalmaz, aynı zamanda film izleme zevkini eziyet haline getirmeyi de başarır. Yine de aradan birkaç istisna, hatırlandıkça muhabbetlere konu olan veya muhabbet açıldıkça unutulamayacağı anlaşılan filmler çıkmıştır. Bu filmlerden en hatırlanası olanları yazmayı ve haberdar olmayanları haberdar etmeyi bir görev bilip, incelemelerimize geçelim.

Zafere Kaçış



Bütün spor filmleri içinde belki de bize en yakın olan filmdir "Zafere Kaçış". Futbolla ilgili film çekmek öyle her baba yiğidin harcı olmadığından, bu konudaki nadir filmlerden biri olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Filmde Pele, Bobby Moore ve Ossie Ardiles gibi futbol efsanelerinin yanı sıra, Sylvester Stallone ve Michael Caine'in gençliklerini de görmek mümkündür. Hatta söz konusu iki aktör şimdi ki hallerine göre öyle gençtirler ki bu hale "cenin durumu" benzetmesi yapmak yanlış olmaz.

Gelelim filmin konusuna, yukarda saydığımız kadro topyekün bir esir kampında Alman misafirperverliğini tatmaktadır. O sırada cin fikirli bir Alman subayın aklına bu esirleri kullanarak propaganda yapma fikri gelir. Plana göre esirlerle Almanlar bir maç yapacak ve doğal olarak Almanlar maçı kazanıp müttefikleri rezil rüsva edecektir. Gelin görün ki bu planı yapan birey herhalde Pele'nin hiçbir maçını izlememiştir ve tabii bunun cezasını da çekecektir. Filmde bir Amerikan teğmenini oynayan ve Almanlarla karşılaşan takımın kalecisi olan Slyvester bu fikre çok sıcak bakar, hatta devre arasında kaçabilmek için planlar yapar. Ve fakat devre arasında Pele çıkıp "ikinci yarıyı oynayalım, kaçmayalım kalıp savaşalım" minvalinde öyle bir konuşma yapar ki, bütün takım sahaya çıkıp Almanları perişan eder. Filmin sonunda da Alman seyirciler bunların oynadığı futbola ve delikanlı centilmenliklerine hasta olmuş olacaklar ki, hepsini omuzlara alıp statdan ve dolayısıyla esir kampı kaderinden kaçırırlar.

Gelelim filmin önemli sahnelerine; filmin en iç gıcıklayan sahnesi Pele'nin devre arasında yaptığı konuşmadır. Slyvester bir yandan tuvalet penceresinde kaçma çalışmaları yaparken, Pele olaya ağırlığını koyar ve ameliyatlı hastaları bile sahaya koşturacak, doksan dakika hucüm prese kaldıracak bir konuşma yapar.

Bir diğer güzel sahne bütün takım maçtan önce taktik konuşurken Pele'nin tebeşiri eline alıp "Siz topu bana verin ben şöyle, şöyle, şöyle yapar gol atarım" demesidir. Söz konusu "şöyle"ler sırasında Pele tahtaya daireler çizmekte, Almanların yanından nasıl dolaşacağını anlatmaktadır. Dediklerini eksiksiz yerine getirdiğini söylemeye gerek yok herhalde. Filmin diğer güzel sahneleri de bu eksiksiz yerine getirme işlemi sırasında gördüklerimizdir. Bobby Moore ve Ardiles, Pele'nin konuşmasından etkilenmiş olacak, topla öyle hareketler yaparlar ki izlerken şaşı olmamak elde değildir. Pele de bu ikiliye eklenince Rio karnavalının futbol sahasındaki karşılığı yaşanır, Almanlar hüngür hüngür ağlar.

Film, oyunculuk, kurgu veya senaryo yönlerinden oldukça zayıftır ama hani tribünlerde de dendiği gibi "hareketleri yeter". Mutlaka izlenmeli, izlendikten sonra kesinlikle unutulmamalıdır.

The Best Shot



Adı, güzel Türkçe'mize muhtelif şekillerde çevrilmiş filmlerin başında gelir. Orijinal ismi "Hoosiers - The Best Shot"dır, Gene Hackman ve Dennis Hopper'lı kadrosuyla ve de yapılmış en iyi basketbol filmlerinden biri olmasıyla hafızalara kazınmıştır. Filmde Gene Hackman geçmişte pek başarılı olamamış bir basketbol koçunu canlandırır. Söz konusu koç günün birinde kendisini Indiana'nın göbeğinde küçük bir lisenin basketbol takımını çalıştırırken bulur. Hikaye de orda başlar zaten. Bu filmden sonra klasikleşen "herkesin koçtan nefret etmesi" sendromunun yaşandığı ilk yirmi dakikayı saymazsak film, Gene Hackman'ın kasabanın sarhoşunun da yardımıyla takımı toplayıp ülke finallerine götürmesiyle ilgilidir. Bu güzel kasabanın basketbol fanatiği sarhoşunu Dennis Hopper oynadığından film boyunca işler yolunda gider, takım türlü türlü maçlarda farklı galibiyetler alır ve en sonunda finale yükselir. Film boyunca Gene Hackman'ın verdiği mücadele görülmeye değerdir. Spor ruhunu iyi yansıtan, insanın içini gıcıklayan sahnelerden oluşmuş olması bir yana maçlar sırasında potadan içeri "çuf" sesini çıkararak giren şutlar, son dakikada atılması gereken sayılar ve kaçan fauller insanın gözünü yaşartacak türdendir.

Filmin en hatırda kalan sahnesi Gene Hackman'ın takımı maçtan önce finalin oynanacağı sahaya çıkarıp potaların boyunu ölçtürmesidir. Potalar doğal olarak standart yüksekliktedir, işte bu buluştan sonra bütün maçın kaderini değiştirecek konuşmasını yapar Hackman. Dedikleri kısaca "potalar aynı yükseklikte sizde aynı adamlarsınız, kimleri yendiniz finale gelene kadar, bunları da affetmeyin" şeklinde özetlenebilir. Filmin bir başka önemli sahnesiyse maçın bitmesine on saniye kala alınan bir mola ve son atışı kimin kullanacağı polemiğidir. Bu noktada herkes sorumluluktan kaçarken filmin süper top cambazı asıl oğlanı Rooster "verin bana ben atarım, bir şekil yaparım" şeklinde unutulmayan bir demeç verir. Sonuçta o da aynı Pele gibi sözünün eri çıkar, topu çemberin içinde "çuf" diye geçirir ve takım şampiyon olur.

Benzerleri çok olan bir film olsa da havası bir başkadır. Basketbol filmi denince ilk akla gelen film olma özelliğini o zamandan bu yana daha iyisi çekilemediğinden haklı olarak elinde bulundurur. Filmin bir başka özelliğiyse gerçek bir hikayeden alınmış olmasıdır. Filmde konu edilen takım 1954 yılında benzer zorluklarla mücadele edip, Liseler Arası Amerika Şampiyon'u olmuştur.

Rocky



Sonradan beş altı yeni bölümü çekilmiş olsada bu devam filmlerinin hiçbiri "Rocky"nin naifliğine ve başarısına erişememiştir desek durumu gayet güzel açıklamış oluruz. Söz konusu film "İtalyan Aygırı"nın henüz İtalyan Aygırı olmadığı, Pensilvanya'da bir tefecinin yanında çalıştığı günleri konu eder. Rocky, eskiden birkaç boks maçı yapmış fakat hiç başarılı olamamış bir boksördür. Antrenörü Mickey "zamanında devam etseydin şimdi kral olmuştun" gibi serzenişlerle Rocky'nin asabını bozmaktadır. Hatta Rocky sadece boksta değil yaptığı işte de başarısızdır. Kasları kayalar gibi sağlam olan Rocky'nin yüreği eti puflar kadar yumuşak olduğundan tefecinin verdiği borçları şiddet kullanarak toplama işi ona pek yaramamıştır. İşte tam bu sırada o zamanların Dünya Ağır Siklet boks şampiyonu Apollo Creed'in aklına adı sanı olmayan bir boksör bulup gösteri amaçlı ünvan maçı yapmak gelir. Söz konusu Apollo Creed bu ilk filmden birkaç yıl sonra Rocky'nin en paşa kankası, ekürisi olacak insandır ve fakat henüz bundan haberi yoktur.

Filmin bir başka önemli noktası da Rocky'nin ilerki bölümlerde karısı olacak Adrian'la bu bölümde tanışmış olmasıdır. Bundan sonra olanları kısaca anlatmak gerekirse, Apollo Creed maç yapmak için Rocky'i seçer, çok zorlu bir maçtan sonra Rocky Apollo'yu kevgire çevirerek maçı kazanır ve ünvanı kapar. Filmin önemli sahneleri ringde geçenlerdir. Apollo, Rocky'le alay eder sürekli, Rocky de sanki canı yumruk yemek istiyormuş gibi kafasını uzatır. Raund aralarında Mickey'nin Rocky'e gaz verdiği bölümler de bunların tuzu biberi olur. Slyvester Stallone bu filmin senaryosunu kendisi yazmış, sonrasında da filmi çekmek isteyen bir film şirketi aramaya çıkmıştır. Filmle ilgili tek şartı Rocky'i kendisinin canlandırmasıdır. Birçok film şirketi açık açık Slyvester'la alay etmişlerdir doğal olarak. Fakat filmin getirdiği gişe gelirinden sonra tırnaklarını yemek suretiyle tüketmişlerdir, tahminimizce. Diğer bölümler saçma sapan olsa da Rocky'nin bu ilk bölümü izlemeye değer bir spor filmidir. Diğer bölümlerle özellikle de dördüncü bölümle karşılaştırılırsa bu nokta çok net olarak görülebilir.

istegenc