Empresyonizmin Türkiye’de en büyük temsilcisi olan NAZMI ZİYA (GÜRAN)ile ilgili bir kitabında bu büyük Türk ressamının öğrencisi ve Güzel Sanatlar Akademisi öğretmenlerinden Bedri Rahmi Eyüboğlu şu satırları yazıyordu:

Onun iliklerine kadar güneşi teneffüs eden peyzajlarında en ufak bir çakıl taşından tutun da kocaman dağlara varıncaya kadar her şey size elinden geldiği kadar hissesine düşen (güneş )’i anlatmaya çalışıyordu. Onun fırçasının değdiği herhangi bir meyveye, bir ağaca, bir buluta dokunsanız sanki güneş fışkıracaktı. Nazmi Ziya güneşi bazen sarı, bazen mor, hazan mavi bir boya tüpü gibi paletine sıkıyor, güneşi bezir yağı veya terebentin gibi boyalarına karıştırarak çalışıyordu.

nazmi_ziyaGerçekten de ölümünden birkaç ay önce sergilediği 300 parça eser Nazmi Ziya’daki sanat aşkının ne kadar içli olduğunu belirtmeye yetmişti.

Nazmi Ziyayı huzur içinde Boğaziçi kıyılarını ve kırları, ağaçlıklı yolları canlandırmaya gayret eden bir peyzaj ressamı saymak doğru değildir. O, Avrupa’da Claude Monet’in en üstün noktasına Çıkardığı empresyonizmin Türkiye’deki en büyük temsilcisi ve ibrahim Çallı (1882-1960), Feyhaman Duran (1886), Şevket Dağ (1876-1944), Avni Lifij (1886-1927), Mihri Müşfik (1887), Namık ismail (1892-1935), Hikmet Onat (1885) ve Ruhi (1883- 1931) gibi Meşrutiyet nesli grubu içinde bugünkü resim düzeyimizin hareket noktası olmuştur.

Nazmi Ziya 1881 yılında İstanbul’da Aksaray’da küçük bir evde doğdu. Babası Mehmet Ziya Bey, Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) muhasebecisiydi.

İlköğrenimini İstanbul’da, Vefa’da Şems-ül Maarif adlı özel bir okulda yapan Nazmi Ziya, orta öğrenimini Vefa İdadisi (Lisesi)’nde; yüksek öğrenimini de Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Fakültesi )’nde tamamladı. Daha çocukluğunda güzel sanatlara karşı büyük bir ilgi duymuş, ama babası onun bu eğilimini hoş karşılamamıştı. Bu yüzden ressam Hoca Ali Rıza’dan, gizlice resim dersi almıştı. Mülkiye Mektebi’ni bitirdiği 1901 yılında babası ölünce, ertesi yıl Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi )’ne girdi.

Nazmi Ziya, altı yıllık öğrenim döneminin sonlarına doğru tabiatı kopya etmekten sıkılmış, heyecanlarını, duygularını rahatça aktarabilecek resimler yapmanın özlemini çekmeye başlamıştı. Sanayi-i Nefise Mektebi’nden diploma aldığı 1908 yılında Paris’e gönderildi.

Genç sanatçı Paris’te, Julian Akademisi’nde Marcel Bachet ve Royer’in atölyelerine devam etti. Beş yıl da ressam Cormon’un atölyesinde çalıştı. Onda açık havaya, ağaçlara, bulutlara karşı büyük bir sevgi sezen öğretmeni, ilk önce kendisine korkusuzca tabiata dönmesini ve açık havada çalışmasını öğütledi. Böylece Nazmi Ziya’ya en büyük öğretmenin «Tabiat» olduğunu anlatmak istedi.

Nazmi Ziya, 1910 yılından itibaren tablolarını Paris’te sergilemeye başladı. Yavaş yavaş kişiliğini bulmaya başlayan sanatçının eserleri az çok bir ilgi topladı.

Almanya ve Avusturya’ya yaptığı kısa gezilerden sonra 1914 yılında yurda döndü. Ve Sanayi-i Nefise Mektebi’ne öğretmen oldu. 1918- 1920 ve 1923- 1927 yılları arasında aynı okulda müdürlük yaptı. 1937 yılına kadar da Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğretmen olarak çalıştı. Aynı yılın 11 Eylülünde bir kalp krizinden öldü.

Nazmi Ziya, Fransız dilini çok iyi bilirdi. Zengin bir kitaplığı vardı. Bu tabiat âşığı Türk ressamı, sabahları erken kalkardı. Tarlasını işleyen köylünün hayatı nasıl güneşin doğuşuna ve batışına bağlıysa onun hayatı da bir başka yönden güneşe bağlıydı. Tabiatı çeşitli biçimlerde gösteren ve her an değiştiren ışığa, onun kaynağı olan Güneş’e adeta gönül vermişti.

Nazmi Ziya’nın Ünlü Tablolarından Birkaçı

Nazmi Ziya, 1915’de Maarif Nezareti (Millî Eğitim Bakanlığı) tarafından okullarda duvar tablosu olarak kullanılmak üzere Türk Tarihi’yle ilgili 10 kadar tablo yapmakla görevlendirmişti. Genç ressam tablolarını kısa bir süre içinde bitirdi ve bunlar büyük boyuttaki reprodüksiyonlarının basımı için Almanya’ya gönderildi.

Türk Tarihinin çeşitli olaylarım canlandıran bu tablolar arasında Lala Mehmet Paşa’nın Boçkay’a Macar Krallığı Tacını Giydirmesini canlandıran tablo ile İstanbul’da Cirit Oyunu, Zigetvar Kuşatması ve 3. Mustafa’nın Kılıç Alayı adlı eserleri gerçek bir sanat değeri taşır.