Üstün zekâlı çocuklara sahip çıkalım

1981’de, bilgisayar mühendisliği bölümü son sınıf öğrencisi olduğum sıralarda aynı evde kaldığım yüksek lisans öğrencisi Seylanlı Vergis Koshi (1981’de 31 yaşında) ile ilgili aklımda kalan en önemli şey inanılmaz zeki oluşuydu. Yoksul ülkesinde zekâsı geç anlaşıldığı için üniversiteyi, 28 yaşındayken başlayıp, 1 senede bitiren daha sonra ABD’ye gidip yüksek lisansını ve doktorasını 3 yılda tamamlayan Vergis’le ilgili unutamadığım anı, aynı derste (son sınıfımda veri tabanları dersi almıştım) en zor konulardan biri olan Markov Algoritmaları konusunu işleyişimizdi. Alfa, Beta, Gama sembolleri ile 5-6 satırda bir dizinin palindrome (soldan ve sağdan aynı şekilde diziliş; örneğin, ABBA’nın yazılışı: Her iki yönde de aynı) olup olmadığını ispatlamaktı. Benim normal sayılacak zekâmla 4 saatte 6 satırda çözdüğüm problemi Vergis 15 dakikada çözüyordu. Sonunda Vergis’in IQ seviyesinin 182 olduğunu öğrendim.

Vergis’in en büyük sorunu sosyalleşememesiydi. Geçinebildiği ender kişilerden birisi olduğumdan birçok şeyi benimle paylaşmaya başladı ve anladım ki Vergis herkesi (zekâsını) kendisi gibi sanıyor; anlaşılmadığında önce karşısındakinin anlamayışına, sonra kendi kendisine kızıyor ve içine kapanıyordu. Daha sonra Amerikalı eşi ile evlenip Duke Üniversitesi’ne gitti.

***

Hindistan’dan Tathagat Avatar Tulsi ise 31 Ağustos 2009’da, en genç yaşta (20 yaşında) doktora alan kişi oldu. Tulsi 9 yaşında liseyi, 10 yaşında üniversiteyi bitirmiş, 12 yaşında yüksek lisansını almış, hem de Kuantum Fiziği alanında.

Dünyada üstün zekâlı (140 IQ üstü) nüfus tahminen yüzde 2-3. Uzmanlar bazı ırkların diğerinden daha zeki olduğu varsayımının ise yanlış olduğunu söylüyor. Yani örneğin Amerikalı’nın, Afrikalı’dan daha zeki olmadığını savunuyorlar.

Şu anda dünya ölçeğinde en büyük ve yaygın tartışmalardan birisi, bu çocukların normal okullarda, normal zekâlı çocuklarla birlikte mi yoksa üstün zekâlı çocuklara özgü özel okullarda mı eğitim görmesi gerektiği.

Bu çocuklar için, tabii ki her iki modelin de getirdiği sıkıntılar ve sorunlar var. Bazı pilot araştırmalar gösteriyor ki ilk modelde üstün zekâlı çocukların varlığı normal zekâlı çocukları da yukarıya doğru çekiyor; buna karşılık üstün zekâlı çocukların sosyalleşme sıkıntısını üzerinden atması daha kolay olabiliyor. Diğer taraftan da normal okullarda bu çocuklar, oda arkaşım Vergis örneğinde olduğu gibi, öğrenme hızı yüzünden sıkılıyor, beziyor ve sonunda pes ediyor.

***

Amerika ve Hindistan örneğinde olduğu gibi, üstün zekâlı çocukların erken mezun olabilmelerine olanak tanımak veya Türkiye örneğindeki gibi sistemin yapısı uğruna erken mezuniyet kapısını kapatmak, tamamen bu ülkelerin eğitime bakış açısını yansıtıyor.

Türkiye’de merkezi sistemin maalesef üstün zekâlı çocuklara bir faydası yok.

Sadece nüfus oranlarından gidersek; Türkiye nüfusunun yarısına yakını 25 yaş ve altında. 35 milyonun yüzde 3’ünü alırsak, okul çağında 1 milyon üstün zekâlının aramızda dolaştığını düşünebiliriz.

MEB ve YÖK onlara eğitim modelinde serbestlik ve aile ile ferde eğitim ile ilgili serbestçe karar alabilme olanağını sağlamalıdır.

MEB ve üniversiteler dünya standartlarındaki testlerle tarama yaparak üstün zekâlıları ortaya çıkarmalıdır. Bunun için gerekli planlamalar yapılıp altyapı oluşturulmalıdır.

Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi; dünyada eğitim, teknolojik gelişmeler sayesinde teke-tek eğitime doğru gidiyor. En genç doktoralı Tulsi örneğini hatırlayalım, bu çocuklar kendi kendine öğrenme yeteneklerine sahip. Sistem de ona göre düşünülmeli.

Ne demişler, akıl yaşta değil baştadır.

26.01.2010

Kaynak: Vatan Gazetesi