Şiir Nedir?

Şiir, en eski edebiyat türlerinden birisidir. Her toplumda ilk önce şiir meydana çıkmış, günlük hayatta kullanılan düzyazı, ancak yazının bulunmasından sonra sanat alanına giriş yapmıştır. Yani, düzyazıdan oluşan edebiyat türleri, şiire göre oldukça yenidir ve edebiyat şiirle başlamıştır.

Şiirin herkesçe kabul edilen belli bir tanımı yoktur. Şiir kavramının tek bir tanıma dayanmadığı, zaman zaman birbiriyle çelişen tanımlar yapılabildiği görülmüştür.

Farklı sanat anlayışlarına bağlı olarak şiirin pek çok tanımları yapılmış ve hatta onun tanımlanamayacağı bile ileri sürülmüştür. Bazıları şiir için,nesir olmayan şey demişlerdir; fakat bu anlatım, şiirin özelliklerinin hepsini aktarmaktan uzaktır.

Şiir, zengin hayal dünyasıyla, ritimli sözlerle ve seslerin uyumlu kullanılmasıyla meydana gelen edebiyat türü olarak açıklanabilir; ama günümüzde şiirin tanımlanan özelliklerine meydan okuyarak şiir kaleme alan şairler de mevcuttur. Şiirde günlük dilin sözcüklerine değişik ve özel anlamlar verilir. Duygular, düşünceler ve gözlemler bazı hayallerden, sembollerden, söz sanatlarından yararlanılarak anlatılır. Bazı şiirler kafiye ve ölçü gibi kurallara dayanarak yazılır, bazıları ise biçim bakımından serbest yazılır.loveicon

Nazımla şiiri birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü nazım bir anlatım şekli, şiir ise bir anlatım türüdür. Yahya Kemal Beyatlı, şiir için şunu demiştir: “Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir.”

Cahit Sıtkı Tarancı da: “Şiir, kelimelerle güzel biçimler kurmak sanatıdır.” demiştir. Melih Cevdet Anday ise, şiiri tanımlamaya çalışmanın boşuna bir çaba olduğunu düşünür. Çünkü “Tanım akıl işidir. Şiir ise akıl dışıdır.”

Şiirin ayırıcı özelliklerine değinecek olursak bunları şöyle sıralayabiliriz: Düzyazıdan farklı olması, seslerin uyuşması ve kulağa hoş gelecek biçimde akışına dayanması, şarkıya benzemesi ve hayallerle örülmesidir. Şiirin nesirden kurtulması; senbollere ve müziğe yakın anlatım yollarına dayanması ve duyguların yoğunluğuyla yani lirizmle gerçekleşebilir. Bu yüzden şiirin özü olarak lirizmi ve söz uyumunu gösterebiliriz.

Kısaca, şiir için, dili kullanarak insan üzerinde en yoğun, en etkili ve en güçlü izlenimler yaratan sanattır diyebiliriz.

Türk Edebiyatında Şiir

Şiir sanatı açısından Türkler de çok eski bir geçmişe sahiptir. İslamiyetin kabulünden önceki dönemlerde özellikle dini törenlerde şiirler söylenmiştir. Örneğin, Dede Korkut Hikayelerindeki bazı cümlelerde ses benzerliklerine rastlanır. İslamiyetin kabulünden sonraki dönemdeki Türk şiiri, başlıca iki kol halinde gelişme göstermiştir: Divan şiiri, Halk şiiri. Her iki kol da, kendi sanat anlayışı ve estetik değerleri doğrultusunda, çok güzel ve ölümsüz eserler vermiştir.

Divan şiiri ve halk şiirinin temel özelliklerini inceleyecek olursak, divan şiirinin yüksek zümreye hitap ettiği, halk şiirinin ise halka seslendiği görülmektedir. Bu iki şiir türünün nazım şekilleri, dilleri, ölçüleri farklıdır. Ancak ikisi de uyağa önem verir.

Şiirde en çok kullanılan ses unsuru, dize sonlarındaki uyaktır. Gerek divan şiirinde, gerekse halk şiirinde uyak önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca divan şiirinde aruz ölçüsü, halk şiirinde ise hece ölçüsü kullanılmış ve böylece ritm, ses uygunluğu ve ahenk oluşturulmuştur. Serbest ölçülü şiirde ölçü ve uyak şeması bulunmamaktadır.

Türk halk edebiyatında kullanılan hece ölçüsünde hecelerin sayısı önemlidir. Türklerin kullandıkları ikinci ölçü, İran edebiyatından alınıp kendi zevklerine uyarladıkları aruz ölçüsüdür. Arap ve Fars dillerinin yapısına uygun olan bu ölçü türünde yalnızca hecelerin sayısı değil, uzunluk ve kısalığı da göz önünde bulundurulur. Bu ölçü Türkçenin yapısına uygun olmayan bir ölçüdür.

Tanzimatın ilanından sonra Batı kültürü ve edebiyatı ile ilişkilerimiz artış göstermiştir. Divan şiiri, yerini yavaş yavaş yeni Türk şiirine bırakmaya başlamıştır. Tanzimattan sonraki Türk şiiri, öz ve biçim açısından divan şiiri geleneğinden ayrılır. İnsan, toplum ve gerçek hayatla ilgili çeşitli konular ele alınır. Bu sırada Batı edebiyatından Türk edebiyatına yeni nazım şekilleri de girer. Şiir, yapı, bütünlük ve kompozisyon bakımından önemli değişiklikler ve gelişmeler gösterir.

Milli Edebiyat devrinde yerli ve ulusal kaynaklara yönelme, sade bir dille yazma, hece ölçüsüne yönelme gibi özellikler ön plana çıkar. Cumhuriyet dönemi Türk şiiri, gerek nitelik, gerekse şair ve eser sayısı açısından büyük bir gelişme gösterir. Orhan Veli’nin önderlik yaptığı, Oktay Rıfat’la, Melih Cevdet Anday’ın da bulunduğu Garip topluluğu; İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreyya ve Ece Ayhan gibi sanatçıların bulunduğu İkinci Yeni topluluğu ortaya çıkar. Bu şiir hareketinden sonra, bu topluluğun şairleri bile birbirinden çok farklı tarzda şiirler kaleme alırlar 1980’li yıllarda, dilin kendisini şiirsel bir özne olarak kabul eden, imkanlarıyla oynayarak şiirsel tatlar yaratan, kentlerde yaşayan farklı kesimlerin yaşamını işleyen ve argodan da yararlanarak yeni üsluplar oluşturan şairler ortaya çıkar.

Modern şairler, kendilerini ölçü, uyak ve biçim açısından tamamen serbest hissetmektedirler. Modern şiirde klasik ölçülerin yerini, her şairin kendine özgü ritm ölçüsü almıştır. Aynı serbestlik ve çeşitlilik, şiirin özü olan konular için de geçerlidir.

Şiir Nasıl İncelenir?

Her sanat yapıtı gibi şiirin de bir dış görünüşü, bir öz derinliği vardır. Şiirin dış görünüşüne biçim adı verilir. Şiirin biçimini incelemek demek, nazım, uyak, ölçü ve dil unsurlarını incelemek demektir.

Şiirin öz derinliğine, yani anlamına muhteva (içerik) adı verilir. Şiirin muhtevasını incelemek demek, iç ahenk, mecazlar ve temayı incelemek demektir.

Bir şiiri meydana getiren dizelerin kendi arasında gruplanış ve uyaklanış düzenine nazım şekli adı verilir. Dizeler, bir kurala göre meydana getirilebileceği gibi, gelişigüzel de sıralanmış olabilir. Nazım biçimleri iki çeşittir:

-Kurallı nazım biçimleri

-Kuralsız nazım biçimleri

Divan edebiyatının gazel, kaside, mesnevi; halk edebiyatının koşma gibi nazım biçimleri kurallı nazım biçimleridir.

Özellikle Servet-i Fünun döneminde şairler, dize gruplanışlarında ve kafiye örgüsünün oluşturulmasında hiçbir kurala bağlanmayan şiirler kaleme almışlardır. Böylece kurallı nazım biçimleri de ortadan kalkmıştır. Şiirde beyit veya dörtlük birimleri görmezden gelindiği gibi, uyaklar da şairin isteğine göre yerleştirilmiştir. Bu şekilde şiirin bütünlüğü ve kompozisyonu düşüncesi daha fazla belirmiştir.

Şiir Çeşitleri

19.yüzyıl sonlarına dek süren klasik bölümlemeye göre, beş çeşit şiir vardır: Lirik, pastoral, didaktik, epik ve dramatik.

Bir yapıtın şiir niteliği taşıyabilmesi için lirizm gereklidir. İşlediği duygu ve düşünceye verilmiş ahenk ile kendini kabul ettirip insanı sarmalayan bir şiir zaten düşünülemez. Bu yüzden, lirizm denen şiir gücü, ister pastoral, ister didaktik, ister dramatik olsun, her şiirde yer almalıdır. Bundan hariç, lirik bir şiirde pastoral motifler, dramatik bir parçada didaktik yanlar elbette bulunabilir.

Kısaca, eski sınıflandırma bugün geçerli sayılmamaktadır; fakat bu sınıflamada yer alan terimlere pek çok kitapta, hatta konuşma dilinde rastlamaktayız. Bu yüzden bunlar hakkında kısa bilgilere yer vermemiz doğru olacaktır.

Lirik Şiir

İçten gelen duyguları coşkulu bir dille anlatan şiir türüdür. Her ulusun ilk şairleri, şiirlerini genelde saz eşliğinde söylerlerdi. “Lir” telli bir çeşit saz olduğundan, içten gelen duyguları dile getiren şiirlere de lirik denmiştir. Yine “lir” kökünden türemiş olan ve çok yaygın olarak kullanılan lirizm kelimesi de vardır. Lirizm “lirik olma durumu” anlamına gelmektedir. Bugün ise lirizm, “ bireysel hislerin coşkulu ve etkili anlatımı” anlamında kullanılmaktadır.

Şiirin en geniş ve çeşitli şekli, bireysel duyguları daha yoğun anlatan lirik şiirdir. Lirik şiir, insanların bütün duygularını dile getirir.

Toplumsal mutluluk ya da felaketlerden duyulan sevinç ya da acı gibi ortak duygular, aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı gibi ferdi duygular lirik şiirin konularındandır. Bu tür, dünya edebiyatında da en çok işlenen ve sevilen türdür.

Lirik şiir, Türk edebiyatında da çok sık kullanılmaktadır. Divan edebiyatında Fuzuli, Nedim; Halk tasavvuf edebiyatında Yunus Emre, din dışı Halk edebiyatında Karacaoğlan, yeni edebiyatta Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Cahit Sıtkı gibi şairler, bu alanda çok kıymetli eserler meydana getirmişlerdir.

Divan edebiyatında özellikle gazeller, şarkılar; halk edebiyatında koşmalar, semailer lirik şiire örnek gösterilebilir. Cumhuriyet döneminde ise lirik şiirler türlü nazım biçimleriyle yazılmıştır.

Türkiyem

Seni boydan boya sevmişim,

Ta Kars’a kadar Edirne’den

Toprağını, taşını, dağlarını

Fırsat buldukça övmüşüm.

Sen vatanımsın, ekmeğimsin

Duyduğum, bildiğim zafersin yıllarca…

Zonguldak’ta 63 numara

Nazlı sahiller Akdeniz’de

Sevdasın, ciğerlerimde parça parça

Yarı kalmış dileğimsin…

Sen Koçhisar’da tuzum,

Sillede kızım…

Çift kulaklı Sürmene bıçağı belimde.

Varmışım çiğ köfte yemeye Adana’ya

Dadaloğlu’ndan bir koçaklama dilimde.

-Şu yalan dünyaya geldim geleli…

Hey vatanım, bacım, sağdıcım, emmim.

Desteye güreşmişim Kırkpınar’da

Durmuş da yorgunluk çıkarmışım,

Bir akşam vakti

Dört bardak kırtlama çayla Erzurum’da



Ardahan’a varmışım yolları uzamış

Bel vermiş yol vermemiş dağlar.

-Yüce Tanrı dört yanını bezermiş,

Beni yakan bir Konyalı kız imiş…



Seni boydan boya sevmişim.

Ta Edirne’ye kadar Kars’tan.

Taşını, toprağını, yiğidini,

Fırsat buldukça övmüşüm.

Turgut Uyar

Yeni Mektup Aldım Gül Yüzlü Yardan

Yeni mektup aldım gül yüzlü yardan

Gözletme yolları gel deyi yazmış

Sivralan köyünden bizim diyardan

Dağlar mor menevşe gül deyi yazmış



Beserek’te lale sümbül yürüdü

Güldede’yi çayır çimen bürüdü

Karataş’ta kar kalmadı eridi

Akar gözüm yaşı sel deyi yazmış



Eğlenme gurbette yayla zamanı

Mevla’yı seversen ağlatma beni

Benek benek mektuptadır nişanı

Göz yaşım mektupta pul deyi yazmış



Kokuyor burnuma Sivralan köyü

Serindir dağları soğuktur suyu

Yar mendil göndermiş yadigar deyi

Gözünün yaşını sil deyi yazmış



Veysel bu gurbetlik kar etti cana

Karıştır göçünü ulu kervana

Gün geçiripp fırsat verme zamana

Sakın uzamasın yol deyi yazmış.

Aşık VEYSEL

Pastoral Şiir

Doğanın güzelliklerini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban yaşayışını, bunlara karşı duyulan sevgi ve özlemleri anlatan şiir türüdür. Pastoral sözcüğü “çobanlara ilişkin” demektir. Batı edebiyatlarında direk tabiat manzaralarını canlı biçimde anlatan şiirlere idil, konuşma biçiminde yazılan pastoral şiirlere de eglos adı verilir.

Türk edebiyatında da tabiat ve kır güzelliklerini öven çok güzel halk şiirleri vardır. Tanzimattan sonra başlayan modern edebiyatımızda, özellikle Abdülhak Hamit, şiirlerinde doğa ve kır güzelliklerine geniş yer vermiştir.

Bingöl Çobanları

Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,

Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.

Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,

Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların

Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,

Her gün aynı pınardan doldurup destimizi

Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.



Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni,

Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,

Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;

Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,

Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı,

Her adım uyandırır acı bir hatırayı.



Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,

Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;

Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,

“Suna”mın başka köye gelin gittiği akşam.

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,

Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.



-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al

Diye hıçkırır kaval;

Bir çoban parçasının, olmasan bile koyun,

Daima eğeceksin başkalarına boyun;

Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an.



Mademki kara bahtın adını koydu çoban!

Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,

Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden

Anlattı uzun uzun.

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun

Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,

Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla

Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,

Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına

Kemalettin Kamu

Didaktik Şiir

Belli bir düşünceyi kazandırmak veya belli bir konuda nasihat vermek, bir ahlak dersi çıkarmak amacıyla öğretici şekilde kaleme alınan, duygu yönü az olan şiirlerdir. Yani kısaca, didaktik şiir, öğretici şiir demektir. Manzum hikayeler ve fabllar da bu gruba girmektedir.

Eski çağlarda şairin öğretici, eğitici, yol gösterici olduğu kabul ediliyordu. Didaktik şiir, bilim, sanat, zanaat, felsefe, ahlak, din gibi konularda temel ilke ve kuralları öğretmek amacıyla yazılan şiirlerdir.

Türk edebiyatında bu türde ilk eser veren sanatçı Yusuf Has Hacip’tir. Toplum yönetimi kurallarından bahseden Türkçenin ilk büyük eserlerinden olan Kutadgu Bilig, bu türün en eski örneğidir. Daha sonraki dönemlerde Aşık Paşa’nın Türklere tasavvuf öğretmek için kaleme aldığı Garibname; Divan şairi Nabi’nin oğluna nasihatler vermek için yazdığı Hayriyye adlı mesneviler, bu türün önemli örnekleridir.

Tanzimattan sonraki dönem Türk edebiyatında Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend, Tevfik Fikret’in Haluk’un Defteri ve Şermin, Mehmet Akif Ersoy’un Süleymaniye Kürsüsünde, Asım adlı eserleri de, didaktik şiirin ünlü örneklerindendir.

Didaktik şiir, akla önem verdiğinden, duygudan çok akla yönelen yergi, fabl, manzum hikaye gibi başka isimlerle de anılmaktadır.

Sözünü bilen kişinin

Yüzünü ağ ede bir söz

Sözü pişirip diyenin

İşini sağ ede bir söz



Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı

Balıla yağ ede bir söz



Kişi bile söz demini

Demeye sözün kemini

Bu cihan cehennemini

Sekiz uçmağ ede bir söz

Yunus Emre

HALUK’un VEDAI

(…)

Bu geçit işte böyle dar, dolaşık;

Ey güler yüzlü yolcu, sen yürü geç.

Sen bu çıkmazda kalma, sıçra, atıl,

Bir ışık kervanında yer bularak.

Gez, dolaş, gör düşünler evrenini

-Her zaman önde, her zaman yukarı!-

Canla başla, yaşam ve güç verecek

Ne bulursan tut al: bilim, sanat,

Güven, istek, özen, cesaret, umut,

Hepsi lazım bu yurda, hepsi yarar.

Bize bol bol ışık kucakla getir:

Düşmek etrafı görmemektendir.

(…)

Ey Bizans’ın çürük, hemen düşecek

Kollarından, yücelme aşkıyla

Sıyrılan yolcu, bakma arkana hiç;

Sana bir lahza vermesin heyecan

Onun ahlakı solduran bakışı

-Daima önde, daima yukarı!-

İşte fermanı yükseliş gücünün

Uç git artık, sanat, bilim göğünün

O şafak rengi kanatlarında dolaş;

Gör ne var başka yerde ibretli

Ve yücelten, yürek veren, yaratan…

Topla, fırlat ne varsa, taş, iğne,

Şu muhitin uyuklayan başına.

O biraz belki canlanır ve senin

Zahmetin, erdemin, çalışman için

Koyar elbet vatan, bu hasta nine

Terli alnına bir sıcak öpücük…

Tevfik Fikret

Süleymaniye Kürsüsünde

(…)

Şarkı baştan başa yıllarca dolaştım, gezdim;

Hem de oldukça görürdüm…kafa gezdirmezdim!

Bu Arap’mış, bu Acem’miş, bu Tatar’mış, demedim;

Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim.

(…)

Bir uzun boylu mesai, bu uzun boylu sefer,

Bir kanaat verecekmiş bana dünyada meğer.

O kanaat da şudur;

Sırr-ı terakkinizi siz

Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz.

Onu kendinde bulur yükselecek bir millet;

Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket.

Alınız ilmini Garbın, alınız san’atini.

Veriniz hem de mesainize son sür’atini.

Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız;

Çünkü milliyeti yok san’atın, ilmin, yalnız,

İyi hatırda tutun dediğim ihtarı demin:

Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için

Kendi “mahiyyet-i rûhiyye”niz olsun kılavuz,

Çünkü beyhüdedir ümmid-i selamet onsuz

Mehmet Akif Ersoy

Epik Şiir

Konusu savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi olan ya da tarihsel olayı coşkulu bir anlatımla işleyen uzunca şiirlere epik şiir adı verilir. Destani şiir, hamasi şiir ve kahramanlık şiiri olarak da anılmaktadır. Epik sözcüğü, destansı, kahramanlıkla ilgili anlamlara gelir.

Destan, bir milletin yaşam tarzını derinden etkileyen savaş, göç gibi tarih ve toplum olaylarının çerçevesi içinde kahramanlık ve olağanüstülülük üzerine kurulmuş uzun bir manzum hikayedir.

Destan, insanoğlunun ilk meydana getirdiği sanat eserlerinden biridir. Destanın iki çeşidi vardır: Doğal destan, yapma destan.

Destanlar bakımından Türk edebiyatı oldukça zengindir. Türklerin Saka Destanı, Şu Destanı, Kun Destanı, Kök Destanı, Uygur Destanı gibi destanları bulunmaktadır.

İslamiyetten sonraki destanlara Manas Destanı, Battal Gazi Destanı gibi destanları örnek verebiliriz. Modern edebiyattımızda yazılan destanlar genellikle Kurtuluş Savaşı döneminde kaleme alınmıştır. Nazım Hikmet’in Üç Şehitler Destanı, Ceyhun Atıf Kansu’nun Sakarya Meydan Savaşı gibi eserleri yayımlanmıştır. Bu destanlara yapma destanlardandır. Şekil açısından klasik destandan ayrılan bu destanlar, içerik açısından gerçek olayları ve gerçek kişileri işlemiştir.

Üç Şehitler Destanı’ndan

Mehmetçik

Atıldı, bir Mehmetçik, büyüyü bozdu,

Bir düşman süngüsüne, göğsünden,

Bu şehadetle kayalar yarıldı sanki,

Dipçik gürültüsünden.



Soruyordu herkes birbirine,

Parlayan şey bu mu?

Muzaffer oluyordu bileklerimizde,

Tarihin ilk dipçik hücumu.



Hayran oluyordu koca gökyüzü,

Göğüslerimizde büyüyen bahta,

28 Mart günü bir adsız tepede,

çeliğe karşı tahta.



Süngülerin ucunda



Son altmış adım bize bir yudum şerbet

Düşen kahramanın sevgisiyle al

Köyde mi görmüştük, ormanda mı,

Bizim içimize sığmış o kartal?



Son kırk adımın lezzeti daha hızlı;

Başladı hayatımızda şehitlerce bir yarış.

İlerledik cihan cihan,

Karış karış!



Son yirmi adım uçuyorduk,

Almıştı herkes dipçiğini avucuna.

Yine bir duraklama,

Geldik düşman süngüsünün ucuna,



Tabur bir mucize içindeydi.



Bir muhabbet sarmıştı her yönü,

Vatanı ve bizi seven.

Çoğalmıştık bir uçtan bir uca, rüya gibi,

Büyüyordu ova kendiliğinden.



Neydi damarlarımızda çoğalan, çoğalan,

Neydi bu tepenin ardı?

İçimizde sadece vatan değil,

Yeryüzü kadar bir şey vardı.



Ateş mi gelirmiş, yel mi esermiş,

Akıyoruz, hayatımız nerde pek belli değil.

Kurtulmuşuz bedenden artık,

Kimse ayaklı, elli değil.



Mustafa Kemallerce



Atılıyorduk kafire,

Hepimizin bir yanı hilal gibi,

Bir göz vardı üstümüzde göklerden.

Mustafa Kemal gibi!



Savaşırken yaşamak,

Anam südü kadar helal gibi,

Ölüm hem büyüktü, hem kolaydı,

Mustafa Kemal gibi.



Atılıyorduk bir devre,

Tarihlerden süzülmüş bir hal gibi:

Hepimiz, hepimiz,

Mustafa Kemal gibi!

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Dramatik Şiir

Dramatik sözcüğü Yunanca drama’dan türemiş olup, hareket halinde olay demektir. Oyun türü olarak drama ise, olayları oluş halinde gösteren yapıttır.

Dramatik terimi, dramayla ilgili, sahne oyununa özgü anlamına gelir. Dramatik şiir ise, tragedya, komedya, dram gibi tiyatro türlerinde yazılmış şiirler için, nazım halinde yazılmış tiyatro eserleri için kullanılır.

Yazar: Özge Beniz