Roman Nedir?


             

Ä°letiÅŸim


 05xx xxx xx xx


vbnetron


[email protected]

×

Roman Nedir?

Konu: Roman Nedir?

  • #1
    Ayşe Turan BAL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    27.Şubat.2009
    Nereden
    Türkiye'nin kalbinden
    Mesajlar
    12,566
    @Ayşe Turan BAL



    Roman Nedir?





    Roman Nedir?

    Roman, düz yazıdan yararlanılarak kaleme alınan bir edebiyat türüdür. İnsanların maceralarını, iç alemlerini, toplumsal bir olayı ya da durumu ayrıntılı bir biçimde anlatan türdür.

    Bir diğer yanıma göre de olmuş veya olabilecek olayları işleyen uzun edebiyat yapıtlarıdır.

    Fransız sözlükçüsü Littre roman kelimesini iki şekilde açıklamıştır: “1. Roman dilinde şiirle ya da düz yazı halinde kaleme alınmış gerçek ya da uydurma olay. 2. Yazarın tutkuları, töreleri ya da serüvenleri betimlemek yoluyla okurların ilgisini çekmeye çalıştığı düz yazı ile kaleme alınmış uydurma öykü.”

    Roman terimi, Roma imparatorluğu içindeki halkların kullandıkları Latince diline verilen isimdir. Latinceden türemiş bu dillere roman dilleri denmiştir. Roman dilleriyle kaleme alınmış ilk destan ve halk hikayelerine de roman adı verilmiş ve böylece bu terim belli bir edebiyat türünün ismi olmuştur.

    Klasik tanımlara göre romanın özelliklerine değinecek olursak, romanın temel özellikleri; uzun olması, karakterlerin çok sayıda olması, karakterlerin ve özellikle baş karakterin hayatının ayrıntılı bir biçimde ele alınması, genelde olayların geniş bir zaman aralığına yayılmış olmasıdır. Öykü türü göz önünde bulundurularak sıralanan özellikler her roman için kesin ve belirleyici bir özellik sayılamaz.

    Roman, olmuş ya da olabilecek olayları anlatan eserdir. Bu tanım, 19.yüzyılda kabul edilen klasik gerçekçi roman anlayışına uygundur. Bu anlayışa göre, “Roman, bir yol boyunca gezdirilen bir aynadır”. (Stendhal) Karakterleri, olayları, çevreyi inandırıcı yapmak gerçekçi yazarın temel kaygısıdır. Klasik gerçekçi romanın üç ana unsuru, olay örgüsü, kahraman ve çevredir; fakat 20.yüzyılın roman anlayışında bu unsurlar büyük ölçüde önemini kaybetmiştir.

    Romandaki kahramanlar, geniş bir zaman içinde yaşamlarının baştan sona kadar akışıyla işlenir. Kahramanların özellikle de baş kahramanın her özelliği üzerinde durulur. Her şey ayrıntılı olarak ele alınır. Kahramanların fizyolojik, psikolojik ve sosyal özellikleri anlatılır.

    Olaylar anlatılırken birçok yöntemden faydalanılabilir. Bunlar şunlardır:

    a) Olaylar kimi zaman üçüncü kişinin ağzından, kimi zaman da birinci kişinin ağzından aktarılır.

    b) Roman karakterlerin birinin ya da birkaçının yazdığı hatıra defteri şeklinde de olabilir.

    c) Roman kahramanlarının birbirlerine gönderdikleri mektuplar da romanı meydana getirebilir.

    Roman Türünün Gelişimi

    Roman, diğer edebiyat türleriyle kıyaslandığında oldukça yeni bir edebiyat türüdür. Roman türünün ilk başarılı örneği kabul edilen Don Kişot 17.yüzyılın eseridir. Romanın geçmişi fazla olmamasına rağmen, çok sayıda ve çeşitte romanlar kaleme alınmıştır. Bu da, romanın genel bir tanımını yapmayı zorlaştırmıştır. Yazar, eleştirmen ve kuramcıların roman tanımları birbirine benzemez.

    Roman, 18. Ve 19.yüzyıllarda gelişme göstermiştir. Bu gelişmenin sebepleri arasında, bası tekniğinin ilerlemesi, okur yazarlığın halk arasında yaygınlaşması sonucu yazarların halka yönelmesi ve halktan insanların günlük yaşamlarının ele alınması vardır. Böylelikle roman, 19.yüzyılda özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya’da gelişmeye başlamıştır.

    19.yüzyıl romanının en temel özellikleri, anlatımda art ardalık, olay örgüsü, mekan ve kahramanlarının ayrıntılı anlatılmasıdır. Klasik gerçekçi çizginin bütün özelliklerine sahip olan bu romanlar eleştirici bir anlatıma sahiptir.

    20.yüzyılda roman anlayışında önemli değişiklikler olmuştur. 20.yüzyıl romanı, psikoloji, sosyoloji ve tarih alanlarındaki gelişmelerden etkilenmiştir. 20.yüzyıl romanını etkileyen bir başka unsur ise, Einstein’in görecelik ilkesidir. Bu ilke, zaman konusunda romana yeni bir boyut katmıştır. Bu dönem romanlarının özelliklerinden biri de, yazarların dış dünyayı yani toplumu değil, insanın iç dünyasını, duygularını ele almasıdır.

    19.yüzyıl sonları ve 20.yüzyıl başlarında M.Proust, H.James ve J.Condrad gibi yazarlar klasik gerçekçi roman anlayışından daha farklı bir roman geleneği başlatmıştır. Yeni roman, J.Joyce, F. Kafka, V.Wolf, W. Faulkner ve daha birçok yazar tarafından geliştirilerek, 1920’li yıllarda zirveye ulaşmıştır. Daha çok modernist olarak anılan yeni romanda, olay örgüsü, anlatımda art ardalık, karakter gibi unsurlar önemlerini kaybederek, örüntü, simge, imge, ritm, bakış açısı gibi unsurlar ön plana çıkmıştır.

    Çağdaş yazarlar, zaman kavramına da yeni boyutlar eklemişlerdir. Bu yazarlar, “insanın asıl önemli ve anlamlı yaşamının, saatlerce ölçülmeyen bilinç dünyasına geçtiğini” düşünerek, kişilerin zihinlerinde akıp giden duygu ve düşünceleri ön plana almışlardır. böylece modern romanlarda, olayların kapsadığı zaman süresi de oldukça az olmuştur.

    1950-1960’lı yıllar roman alanında yeni gelişmelerin olduğu bir devirdir. Post-modernist adı verilen çağdaş roman akımı ilk eserlerini bu dönemde vermeye başlamıştır. Post-modernist roman akımı, 19.yüzyıl klasik gerçekçi ve modernist roman anlayışını reddetmiştir. Post-modernist romancılara göre, romanın görevi, insan, toplum ya da dünya hakkında düşüncelerini belirtmek, gerçekliği aktarmak değildir. Modernist sanatçıların şekil kaygıları da post-modernist romanlarda görülmemektedir. Çağdaş romanda anlatım teknikleri önemli bir yere sahiptir. Post-modern romanda ise konuya, içeriğe öncelik verilmektedir.3737_mai_ve_siyah

    Post-modernist romanların genel özellikleri şunlardır:

    a) Sanatı bir tür oyun olarak kabul eder.

    b) Gerçekçi romanın aksine, romanın kurmaca olduğunu belirtir.

    c) Değişik anlatım tekniklerini aynı roman içinde kullanabilir.

    d) Çok sesli ve çoğulcu bir romandır.

    Modern Avrupa romanında kullanılan anlatım tekniklerine değinecek olursak, modern batı romanının anlatım teknikleri açısından oldukça zengin olduğunu görebiliriz.

    Kullanılan bazı anlatım teknikleri şunlardır:

    1. Görece zaman anlayışı: Romanda geçen olayların zamanını günlere, saatlere düşürme göze çarpmaktadır. Bu kısa zaman süresi içinde yazar, geriye dönüş tekniğini kullanarak ikinci bir zaman oluşturmaya çalışır. Buna Adalet Ağaoğlu’nun “Ölmeye Yatmak” isimli romanını örnek gösterebiliriz.

    2. Bilinç akımı: Bu tekniğin en önemli özelliği, iç konuşmalara yer vermesidir. İç monologlar, mantık süzgecinde değil de, gerçekte insan bilinci nasıl çalışıyorsa, parça parça ve dağınık çağrışımlar şeklinde verilir. İrlandalı yazar James Joyce’un 1922 yılında yayımladığı “Ulysess” adlı romanı, bu tekniği en iyi tanıtan eserdir. Hiç nokta kullanılmadan sayfalarca devam eden anlatım, bilinç akımı tekniğinin ilginç bir örneğidir. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” isimli romanı da bu teknikle kaleme alınmıştır.

    3. Montaj tekniği: Bunda, daha önce anlatılan farklı anlatım parçaları romanın bir parçası olarak kullanılır. Gazete kupürleri, radyo haberleri, reklamlar, farklı edebi metinler roman kompozisyonuna eklenir ve değerlendirilir. Bu tekniğin en iyi örneklerini Alman yazar Alfred Döblin vermiştir. “Berlin Alexandarplatz” isimli romanında montaj tekniğinden başarılı bir biçimde yararlanmıştır.

    4. Leitmotiv tekniği: Batı romanında çok kullanılan tekniklerden biridir. Leitmotiv, bir alıntının, belli bir davranış şeklinin ya da belli bir özelliğin romanda sürekli tekrar edilmesidir. Emine Işınsu’nun “Canbaz” ve Atilla İlhan’ın “Dersaadet’te Sabah Ezanları” bu tekniği çok iyi yansıtmaktadır.

    Modern romanlarda sadece bir teknikten faydalanılmaz. Aynı romanda birden çok teknikten yararlanılabilir. Aynı şekilde yazar, anlatım şeklini de roman dokusu içinde değiştirebilmektedir. Avrupa ülkelerinde roman türü çok gelişme göstermiştir. Bu alanda şöhret yapmış birçok yazar bulunmaktadır.

    Bunlardan bazıları şunlardır:

    İspanyol edebiyatında Cervantes; Fransız edebiyatında Stendhal, Balzac, Flaubert, Hugo, Zola; İngiliz edebiyatında Dickens, Joyce, Woolf; Alman edebiyatında Goethe, Mann, Döblin; Çek-Avusturya edebiyatında Kafka; Rus edebiyatında Gogol, Dostoyevski, Tolstoy.

    Türk Edebiyatında Roman

    Türk edebiyatında modern anlamda roman Tanzimat devrinden sonra meydana çıkmıştır. Tanzimat devrinden önce, roman ve öykü ihtiyacını karşılayan, nazım ve nesir eserler bulunurdu. Bunlara halk hikâyelerini, Leyla ve Mecnun gibi mesnevileri ve meddah hikâyelerini örnek gösterebiliriz.

    Tür olarak roman Türk edebiyatına, batılılaşmanın sonucunda Avrupa edebiyatından yapılan çeviriler yoluyla girmiştir. Bunun ilk örneği Fransız yazar Fenelon’dan çevrilen Telemak’tır. Onu Robenson Cruzoe, Monte Kristo, Sefiller gibi yapıtlar izler.

    Edebiyatımızda ilk yerli roman ise Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat adlı yapıtıdır. Onu takip eden diğer yerli romanlar, Namık Kemal’in İntibah, Ahmet Mithat Efendi’nin Hasan Mellah, Felatun Beyle Rakım Efendi’dir.

    Roman türünün en önemli ve büyük örnekleri Servet-i Fünun döneminde verilmeye başlar. Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu romanları her yönden başarılı kabul edilen ilk romanlardır.

    Servet-i Fünun döneminde yazılan diğer romanlardan bazıları şunlardır: Eylül (Mehmet Rauf), Kırık Hayatlar (Halit Ziya).

    Milli Edebiyat akımının edebiyatımıza getirdiği yenilikler ve romana katkıları şunlardır:

    Bu akımın iki temel özelliği vardır. Birincisi, yerli konulara önem vermek, romanlarda her sınıftan insanı ele almak; ikincisi ise, sözlü edebiyat geleneğinden gelen halk edebiyatı ürünlerini yeniden canlandırmaktır. Ancak bu girişim 1950 yılından sonra daha etkili olmuştur. Milli edebiyat akımının Türk romanına en önemli katkılarından biri de, Anadolu sorununu, Anadolu insanını ön plana çıkarmasıdır.

    Servet-i Fünun devrinden 1950’li yıllara dek uzanan dönemde Türk romanının temel özelliği ise “batılılaşma” sorunu ile ilgili olmasıdır. Batılılaşma Türk romanının sadece ana problemi olmakla kalmamış, ayrıca onun işlevini, kuruluşunu, konularını, tiplerini de meydana getirmiştir.

    Tanzimat döneminde batılılaşma hareketinin bir parçası olarak oluşan Türk romanının temel özelliği, 1950’lere kadar batılılaşma problemini, doğu-batı ikilemini öne çıkarmasıdır. 1950 yılından sonra ise Türk romanında ağırlık başka konulara geçmiştir.

    1950 yılından sonra Türk romanında toplumsal gerçekçilik egemen olmuştur. Romanlarda 1970’li yıllara kadar haksız düzen sorunları ele alınmıştır.

    1950’lerde köy enstitülerinden yetişen yazarlar ve Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi köy kökenli yazarlar Anadolu’yu Türk romanının en önemli özelliği haline getirmişlerdir. Bu dönem romanları Anadolu köy ve kasabalarındaki hayatları ezilen insanların yaşadıkları problemleri işlemiştir. Anadolu’yu anlatan romancılar genelde, destan, halk hikâyesi, masal ve efsane türlerinden faydalanmışlardır.

    Bu dönemde Anadolu ve köy romanları haricinde daha farklı anlayışlarla yazılan romanlar da mevcuttur. Anadolu romancıları haksız düzene başkaldırı gibi toplumsal problemleri ele alırken, Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan gibi yazarlar, bireylerin sorunlarına yer vermişlerdir. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar” romanıyla, Türk romanının geleneksel çizgisini aşıp, farklı bir romanı deneyen ilk Türk yazarıdır. Tutunamayanlar, Türk romanında o dönem geçerli olan 19.yüzyıl gerçekçi roman anlayışına uygun değildir.

    1970’li yıllarda Türk romanının ağırlık noktası kent olmaya başlamıştır. Yine ezilen halk, haksız düzen temaları işlenmiş ancak Anadolu romanındaki halkı ezen ağaların ve sömürülen köylülerin yerini kapitalist burjuva sınıfı ve ezilen işçi sınıfı almıştır. Yine bu devirde karşımıza çıkan diğer temalar ise hapis, işkence ve üniversite olaylarıdır.

    1980 yılına kadar yazılan romanlarda konular gerçekçi anlayışla işlenmeye devam etmiştir. 1980 sonrasında Türk romanında önemli değişiklikler görülür. Burada gerçekçilikten kaçış vardır. Anlatım yöntem ve teknikleri, işlenen konular açısından bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Post-modern romanlar bu dönemde yazılmaya başlanmıştır. Örneğin, Orhan Pamuk’un Kara Kitap, Yeni Hayat, Benim Adım Kırmızı romanları.

    Çeviri, taklit ya da örneklerden yararlanma devirlerini geçen Türk romanı, günümüzde her açıdan batı romanlarıyla yarışabilecek seviyededir. Avrupa’nın anlatım tekniklerini yerli konulara adapte etme, geleneksel Türk edebiyatı anlatım yöntemlerini, modern anlatım yöntemleriyle birleştirme yoluyla bir milli sentez oluşturmuştur.

    Edebiyatımızın roman türünden tanınan isimleri şunlardır: Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Peyami Safa, Refik Halit Karay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Tarık Buğra, Orhan Kemal, Atilla İlhan, Vedat Türkali, Oğuz Atay, Fakir Baykurt, Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Tarık Dursun K., Pınar Kür, Latife Tekin, Bilge Karasu, Nazlı Eray, Orhan Pamuk, Aysel Özakın, Mehmet Eroğlu, Leyla Erbil, Buket Uzuner, Ayla Kutlu, Selim İleri…

    Roman Çeşitleri

    Romanın birçok çeşidi bulunmaktadır. Romanları iki ana grupta toplayabiliriz.

    a) Konularına Göre Romanlar

    Romanları konularına göre gruplara ayırmak mümkün. Bunların başlıcaları şunlardır:

    Macera romanları: Bu tür romanların temel özelliği, anlatılan olay ve kişilerin olağanüstü özelliklere sahip olmasıdır. Alexander Dumas’ın, Üç Silahşörler isimli romanı buna örnek gösterilebilir.

    Tarihi romanlar: Konusunu geçmişten alan, tarihsel olay ve kişileri işleyen romanlardır. Tarihi romanın en belirgin özelliği geçmişe dayanması ve geçmişi günümüze taşımasıdır. Namık Kemal’in Cezmi, Mithat Cemal’in Üç İstanbul romanları gibi.

    Tahlil romanı: Bu türün bir diğer ismi de psikolojik romandır. Burada önemli olan, insan ruhunun derinliklerine inilmesidir. Mehmet Rauf’un Eylül, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu bu türün en iyi örnekleridir.

    Yaşamöyküsel roman: Bu romanda hikâye, gerçekten yaşamış bir bireyin karakteri üzerine inşa edilir. Amaç, insanı insana tanıtmaktır. Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı bu türü iyi yansıtmaktadır.

    Töre romanı: Bir toplumun belli bir dönem ve çevre içindeki gelenek ve göreneklerini işleyen romanlardır. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanları bu türde kaleme alınmıştır.

    Sosyal roman: Bir toplumun sosyal problemlerine değinen romanlardır. Halide Edip Adıvar’ın Sonsuz Panayır, Yaşar Kemal’in İnce Memed romanları gibi.

    Egzotik roman: Konuları yabancı ülkelerde geçen romanlardır. Refika Halit Karay’ın Nilgün romanı bu türdedir. Egzotik romanlar ülkedeki azınlıkları da işleyebilir. Örneğin, Osman Cemal Kaygılı’nın Çingeneler romanı bunun güzel bir örneğidir.

    b) İşlenişlerine Göre Romanlar

    Romanlar işlenişlerine göre gruplandırılabilir. Bunların en önemli olanları şunlardır:

    Romantik roman: Romantizm akımının tesirinde kaleme alınan romanlardır. Bu romanlarda yazar kendi duygu, düşünce, hayal, anı ve izlenimlerinden yola çıkarak eserini oluşturur. Bunun en önemli örneklerinden biri Victor Hugo’nun Sefiller romanıdır.

    Realist (gerçekçi) roman: Realizm akımından yararlanılarak yazılan romanlardır. Realist roman, konularını günlük hayattan alır. Yani toplumun çözümlemesini yapar. Gerçekçi romanın başyapıtlarından bazıları ise, Balzac’ın Goriot Baba, Stendhal’ın Kızıl ile Kara, Tolstoy’un Savaş ve Barış’tır.

    Natüralist roman: Natüralizm akımına uygun biçimde yazılan romanlardır. Gerçekçiliğin izinden giden natüralizmde, gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalma, yaşamı olduğu gibi aktarma vardır. Doğa bilimleri için uygulanan yöntemleri temel kabul eder. Bu türün özelliklerini en iyi aktaran romanlardan biri Emile Zola’nın Germinal isimli romanıdır.

    Fantastik roman: Gerçek dünyanın dışında doğa yasalarından farklı olan ikinci bir dünyanın varlığını kabul eden romanlardır. Bu romanlarda olağan ve olağandışı birlikte kullanılır. Olağandışı anlatımlarda, doğaüstü varlıklar ve olaylar açıklamaya gerek görülmeden ve sorgulanmadan kabul görür. Türk edebiyatında Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Gulyabani, Peyami Safa’nın Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Nazlı Eray’ın Arzu Sapağında İnecek Var romanları fantastik romandır.

    Roman ve Öykü Nasıl İncelenir?

    Bir romanı ya da hikâyeyi incelerken, şu temel unsurlara dikkat etmek ve eseri o yönleriyle değerlendirmek gerekir: Ana fikir, konu, olaylar ve düğümler, karakterler, betimleme, tahlil, dil, anlatım. Bu unsurlar büyük ölçüde tiyatro eserleri için de geçerlidir.

    Bu unsurların en önemlilerinden biri olan ana fikir, bir eserin yazılma amacıdır. Her yazar, romancı eserini bir amaçla kaleme alır. Yazarın eseriyle okuyucuya ulaştırmak istediği bir mesajı vardır. Buna ana fikir ya da temel düşünce adı verilir.

    Konu, genellikle ana fikirle karıştırılır. Ana fikir, eserin yazılış nedeni, konu ise yazılma malzemesidir. Konu, bir yapıtta işlenmek istenen ham maddedir, malzemedir.

    Olay, eserde hareket unsuru anlamına gelir. Konunun işlenmesini, hareket haline getirilmesini sağlar. Bunlar konuyu hareketlendirir, yürütür, durağan durumdan çıkarıp dinamik duruma geçirir.

    Olayların her şeyden önce ilgi çekmesi ve merak uyandırması gerekir. Yoksa eserin okunma şansı azalır. Bir romandaki olayların sayısı, romanın uzunluğuna kısalığına, çeşidine göre değişir.

    En çok olay macera romanlarında görülmektedir. En az olay ise tahlil romanlarında vardır. Çünkü bunlarda derinlemesine psikolojik ya da sosyolojik çözümler yapılır.

    Düğüm, merak uyandıran unsur anlamına gelir. Nedeni belli olmayan ve nereye gideceği belli olmayan olaylar insanda merak duygusuna sebep olur. İşte bu tür merak unsurlarına düğüm denir. Düğümün iki çeşidi bulunmaktadır: Ana düğüm, ara düğümler. Ana düğüm, romanın başlarında atılan ve sonuna kadar devam eden en sonlarda çözülen düğümdür. Ara düğümler ise, ana düğüm sürerken onu desteklemek için atılan ve bir süre sonra çözüme kavuşan küçük merak unsurlarıdır.

    Genel olarak bir roman ya da öykü üç bölüme ayrılır: Giriş, gelişme ve sonuç. Giriş ve sonuç bölümleri, gelişme bölümüne göre daha kısa olur. Gelişme bölümünde ise olay ve düğümlerin sayısı gittikçe artar. Sona doğru ise azalır. Ancak, soyut roman ve öykülerde bu tür bölümler bulunmaz.

    Bir eserdeki olayları yapanlar ise kişilerdir. Kişiler de ikiye ayrılır:

    Başkişi ve yardımcı kişiler. Baş kişiye kahraman veya ana kahraman adı verilir.

    Baş kişinin temel özellikleri şunlardır: Eserin hemen hemen tamamı bu kişinin hayatıyla bağlantılıdır. Olaylar sürekli olarak onun çevresinde gelişir. Ana fikri temsil eden baş kişidir. Ana düğüm de baş kişiyle ilgilidir. Başkişi için temel ölçüt, ilgi çekici bir karakter ve kişiliğe sahip olmasıdır. Böyle karakterlere tip de denir.

    Bir insanı, yani bir eser kahramanını iyi tanımak ve tanıtmak için üç açıdan incelemek gerekir. Fizyolojik yön, sosyal yön ve psikolojik yön.

    Fizyolojik yön: Kişinin göze görünen yanları ve özellikleridir. Cinsiyet, yaş, boy ve ağırlık gibi beden özellikleri, sağlık durumu, rengi, giyimi, sesi…

    Sosyal yön: Kişinin ailesinin ve kendisinin toplumsal durumu, yetiştiği çevre, eğitim-öğretim durumu, mesleği, toplumdaki yeri, ekonomik durumu, medeni hali…

    Psikolojik yön: Psikolojik yapıyla bağlantılı kişilik özellikleridir. Zekâ, irade, huylar, zevkler, duygusal özellikler, sinirli ve sakin olma, içe kapanık-dışa dönük, aktif-pasif, nazik-kaba, hoşgörü, çalışkanlık, bencillik, gurur, kibir…

    Kişileri ve çevreyi betimleme yoluyla tanır, anlar ve anlatabiliriz. Betimleme, gözle görülen, kulakla duyulan veya dokunulan şeylerin anlatılmasıdır. Varlıkların dışı ile ilgilidir.

    Tasvir, anlattıkları varlığın çeşidine göre alır. Kişi tasviri, yer ve çevre tasviri, zaman tasviri, tabiat tasviri vb.

    Betimleme iki yöntemle yapılır: Objektif yöntem, subjektif yöntem. Yazar, gördüğünü nesnel bir şekilde gerçekçi olarak tasvir eder ve aktarırsa bu tasvire objektif tasvir denir. Eğer yazar, bir şeyi kendi duygularını da katarak anlatırsa bu tasvire de subjektif tasvir denir.

    Tasvirler teknik açıdan da iki şekilde yapılabilir:

    1. Olayların akışını durdurup bir bütün halinde uzun ve ayrıntılı olarak.

    2. Olayların akışını bozmadan, parçalar halinde, kısa kısa ve aralara yerleştirerek.

    Kişilerin, olayların ve durumların görünmeyen noktalarının anlatılmasına tahlil yani çözümleme denir. Roman ve öykülerde çözümlemeler ya psikolojik ya da sosyolojik olur. Tahliller de iki ayrı yöntem ve teknikle yapılır.

    Bir yazarın isteği okunmak olduğuna göre, eserin okunabilmesi için dilinin anlaşılır olması önemlidir. Bu yüzden dil, herkesin anlayabileceği şekilde olmalı, ortak kullanılan dil olmalıdır. Üslup, bir yazarın kendine has söyleme şeklidir. Yazının temel yapı taşı cümle olduğuna göre üslubun özelliğini de en çok cümle kuruluş biçimi belirler. Kimi yazarlar kısa, kimileri uzun ve karmaşık, kimileri de devrik cümleleri kullanmayı severler. Bir yazar, konuşma dilinin ortak anlatım özelliklerinden, ortak cümle kuruluş biçimlerinden ne kadar çok faydalanırsa, o kadar sevilir ve okunur.

    Yazar: Özge Beniz

  • #2
    armaganchn - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    22.Ekim.2018
    Nereden
    Eskişehir
    Mesajlar
    35
    @armaganchn







    Elinize emeğinize sağlık gerçekten paylaşım için çok teşekkür ederim.

  • YORUM BIRAKMAK İÇİN ÜYE OLMALISINIZ !

    ÜYE OLMAK İÇİN TIKLA

    Benzer Konular

    1. Roman Dans Gösterisi
      Konu Sahibi HALE GAMZE Forum GÖSTERİ VİDEOLARI
      Cevap: 5
      Son Mesaj : 26.Şubat.2013, 21:34
    2. roman havası
      Konu Sahibi nursev Forum FİKİRLERİNİZ VE İSTEKLERİNİZ
      Cevap: 2
      Son Mesaj : 19.Nisan.2011, 12:21
    3. roman şarkısı arıyorum
      Konu Sahibi squallesra Forum ŞARKI-MÜZİK İSTEK
      Cevap: 11
      Son Mesaj : 26.Mart.2010, 20:40
    4. İştah nedir?iştahsızlık nedir?
      Konu Sahibi Gülşah MUTLU Forum ÇOCUKTA RUH SAĞLIĞI
      Cevap: 0
      Son Mesaj : 23.Ocak.2010, 02:32
    5. Edebi Türler (Roman)
      Konu Sahibi Ayşe Turan BAL Forum EDEBİYAT
      Cevap: 0
      Son Mesaj : 22.Ocak.2010, 00:47

    Bu Konu için Etiketler

    Yetkileriniz

    • Konu Acma Yetkiniz Yok
    • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
    • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
    • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
    •  

    Giriş

    Facebook ile Baglan Giriş