Aşk Mektupları 1
YOKLUĞUNLA DUYGULARI YOK OLAN BİR GÖRÜNTÜYÜM

Hüznü içime gömdüm.
Suskunum ve biraz da neşesiz...
Aşkını arıyorum, seni arıyorum,
Kayıp düşlerimde,
Seni her gece yitirdiğim yerde...

Seni kaybedişimi ilk öğrendiğimde aylak aylak yürüdüm, ayaklarımın beni götürdüğü yere doğru. Yaşadığım ve yaşayacağım tüm hislerim içimde bir duygu kasırgasına dönüştü. Seni kaybediş haberi, beni ağır ağır gerçeklik duygusundan uzaklaştırmıştı.
Uzun ve karmaşık düşüncelerden sonra daldığım uyku, sık sık kâbuslarla kesiliyordu.
Senli hayallerin olmadığı bir dünya oluşmuştu yaşamımda ve bu yaşamdaki ilk uyanışımdı. Seni yitirişimin ilk sabahıydı. Öyle bir sabah ki, senli bir dünyanın yıkılışını bütün sahiciliğiyle yaşıyordum. Varlığımın en kutsal ve en değerli parçası yok olmuştu.
Yarınları düşünemeyecek kadar çaresizdim o sabah...
Kalbimle beraber en gerçek umutlarımı ve düşlerimi benden alıp götürmüştün...
Yalnızdım...
Sonsuz bir yalnızlığın hapsine takılmıştım o gün ve daha sonraki günlerde...
Aylar, hatta yıllar geçti...
Hep sönük bir umudun ardına takıldım ve yaşama öyle tutundum.
Yine her sabah, her aklıma düşüşün keskin bir bıçak gibi yüreğime saplanıyordu. Bütün mutlu anlarımı, heyecanlarımı sonuna dek seninle yaşamıştım. Senden sonra yakaladığım sahte mutlulukları ise sensizlik düşüncesi bölüyordu.
Gece yarılarında seni diledim. Rüyalarımda sana sarılmak, seni öpmek ve tenine dokunmak bile dünyadaki bütün aşkları, sevgileri yüreğime akıtmaya yeterdi. Gece karanlığında bazen hayalin dikilirdi önüme, beni darağacına götüren bir cellat gibi... Seni sessizce öpmek, hatta ayaklarına kapanmak isterdim. Her gün kahırla ölmektense bir kez senin elinle ölmeyi yeğlerdim. Ama her defasında celladım olmaktan vazgeçiyordun ve gizlice çekip gidiyordun.
Rüyalarımda bile uzaklaşıyordun benden, kaçıyordun... Neden hep uzağımda duruyordun? Neden?
Her gün kentin dar sokaklarında kayboluyordum. Sonra yeniden hayalinle bütünleşiyordum.
Hep suçlu bendim, düşümde yaşadıklarımı yargılarken. Neden seni bu kadar çok sevmiştim ve sonunu düşünmeden tüm varlığımı sana kaptırmıştım? Bu yüzden suçluydum ve cezam idam olmalıydı. Oysa hayatım bir sürgündü. Aslında bu bir ceza değildi. Her gün, hatta her an ölüp ölüp dirilmekti. Zaten senin olmadığın her yer sürgün ve yanımda olmayışın ölümün her dem bir saniye ileriye ertelenmesiydi.
Benzersiz hayalinde bütün zamanları görüyordum; bütün kayıp zamanlarda hayalini görüyordum. Ne zaman içine girsem yok olan umutları, heyecanlı ve tedirgin yürüyüşünü, sevgi saçan gülüşünü ve gerçek zamanları anlatan bakışını görüyordum. Hayatımın koca bir yalan olduğunu ve bu yalan içinde tek gerçeğin sana olan aşkım olduğunu anlıyordum. Ardından yaşadığım bir hayal kırıklığı, sonsuz bir ayrılık ve keskin bir hasret...
Gidişinle yok olan umutlarım, yaşanmamış çocukluğum, olmayacak olan hayallerim, biriken özlemlerim, geciktirilen hayatım vardı. Hepsini senin için yok saydım ve basit bir görüntüden başkası değildim artık. Tutkularımın ötesindeydin çünkü. Senin olmadığın bir yaşamda ben bir hiç sayılırdım. Yeniden yaşama dönüşüm ve o heyecanı duymam ancak senin dönüşünle mümkün olabilirdi. Ve bu nedenle dönmeyeceğini bile bile yıllarca yolunu gözledim.
Sessizce gidişinle tüm yaşantımı hiçe saydım.
Sonsuz acıların konaklayacağı bir kapı açıldı yüreğimde.
Senin gerçekliğinin gölgesinde bütün doğrularım yalana dönüştü.
Beni aramadığın her gün için gelecek umut dolu günlerimi feda ettim.
Gelmedin ve gelmeyecektin...
İstediğim ve istemediğim ilişkilerimi seninle aldattım.
Sevdiğim herkesi ve her şeyi ve aklımı ve ruhumu ve yüreğimi seninle aldattım.
Karşılıklı ve ihtiraslı bütün aşklara yüz çevirdim; çünkü hepsini, seni sevmeye devam etmekle aldatacaktım. Biliyordum ki, hiçbirini sevemeyecektim.
Her yeni aşka beni sana götürdüğü için tutundum. Sevdiğim ya da sevdiğimi sandığım tüm sevgililerde sana ait izler aradım. Senin gibi gülümseyince, giyinince, saçlarını senin gibi tarayınca sevdim onları. Çok sürmezdi bu sahte birliktelikler.
Senin için yaşayan bir ölü olduğumu çok geçmeden anlıyorlardı. Geç olmadan onların sen olmadıklarını ve sen olmayacaklarını fark ederek ayrılıyordum onlardan.
Seni herkeste görmekten ve herkeste seni aramaktan sıkılmıştım. Yalnızlığa terk edilmiş insanlar arasında seni ararken şehrin parlak ışığında silik bir görüntüydüm ben...
Sıcaklığını, kokunu ve canlılığını mektuplarındaki dudak izlerinde arıyordum. Her zarfı açtığımda içimi dolduran Hazal’ın kokusu ile büyüleniyordum. En umutsuz anımda resimlerinle konuşuyordum. Sözlerine olan özlemimi mektuplarındaki her satırı defalarca okuyarak gideriyordum.
Bir gün batımında, ansızın öfke üstü bir duygu seline kapıldım. Sebepsiz yere beni, sensiz bir yola düşürmüş ve süresiz sürgüne göndermiştin; bu nedenle bendeki bütün anılarını yakmaya çalıştım. Fotoğraflarını, mektuplarını, yazılarını ve kolyeni... Her yanan parçada, içimde sana ait izlerden kurtulmayı umdum. Belki de tümüyle senden intikam almayı düşündüm; ama hiçbir şey olmadı. Sadece dünyama dolan acıların resmi geçidine selam durdum istemeye istemeye...
Hayatın anlamsızlığındaki anlamı anlayabileceğim bir neden bulamıyordum. Önümde belirsiz günler vardı ve ne yapacağımı bilemiyordum.
Çaresizdim...
Sen içimde okyanus kadar büyürken, ben sahildeki kumlar gibi küçülüyordum, bölünüyordum. Her bir parçam sana ulaşmaya çalışırken öfkeli dalgaların arasında kayboluyordu. Her geçen gün hayalimde, zihnimde, yüreğimde büyüyen varlığına karşın duygularım sönüyordu. Aşkının ağırlığı karşısında kalbim, her sabah daha da eziliyordu. Ta ki, her gün intiharımı bir sonraki güne erteleyen kırmızı ve küçük hapları alıncaya dek...
Aşk, ayrılıkta insanı yaşamdan koparacak kadar yıkıcı ve süresiz ıstırap yaşatacak kadar gerçektir; birliktelikte ise bütün sıkıntıları yok edecek kadar umut verici ve kısa sürede bitecek kadar sahtedir... İşte ben aşkın gerçek yanını gidişinle yaşamaya başladım. Talihli olan önce gerçek aşkı yaşayıp sonra sahte yanını yakalayandır. O zaman sahtelik gerçekliğe dönüşmüş olur. Ben, aşkın gerçekliğini yaşarken varlığımın sahteliğe ve yalana dönüştüğünü gördüm. Bu yalan içinde acının bütün tonlarını en karanlık haliyle yaşadım.
Varlığımın sende kalan parçasını bir daha alamayacağımı biliyordum ve biliyordum ki, artık yalnızım...
Bilmem kaç kez seni içimden atmak istedim, kaç kez seni unutmak için kendimle savaştım; ama olmadı, seni unutamadım. Hep yenilen ben oluyordum, kazanan ise, sensizlik... Kaçmak istedim ve kaçtım da! Yine benimleydin, yüreğimdeydin. Girdiğim bütün meçhul yollar beni sana götürüyordu. Kaçamıyordum.
Bütün seyahatlerim sensizlik cehenneminden bir kaçışın adınaydı. Suskunluğuma gömülüyordum nedense. Düşüncelerim, Kafdağı’nın arkasındaki Zümrüt-ü Anka kuşuna kadar uzanıyordu.
Sonsuzdu...


YOKSUN

Saçlarına dokunamadım doyasıya
Uzağındayım yakınlığın
Ve özlemi ve hasreti ve sensizliği
Biliyorum hâlâ...

İçimde depreşen bir sıkıntı var. Aşka dair umutlarım söndü birer birer. Seni beklemekten yoruldum. Öyle bir yorgunluk ki, başımı kaldırıp iki adım ötesine bakamıyorum.
Aşktan umut kesilince, her şey boş, yaşam amaçsız, dünya güneşsiz görünüyor. Yıldızların neden kaydığı, hangisinin daha parlak olduğu, kaç tane olduğu gibi sorular sormuyorum kendime ve kendimi kandırmıyorum, aşk fallarına bakarak; çünkü hepsi kocaman bir yalandan ibaret.
Belli ki, gelmeyeceksin ve ben de seni beklemeyeceğim.
Yanımda olsaydın yudum yudum içerdim seni. Belki yitirdiğim enerjimi yeniden kazanırdım ve yaşama heyecanıyla dolup taşardım. Sana olan susuzluğumu giderirdim ve yeniden doğardım.
Fırtınaya tutulmuş bir gemi gibi sığınacak liman arıyorum; ama anlıyorum ki, hayaller de yetmez oldu. Yunus’un dediği gibi “bana seni gerek seni.”
Sen olmadan, her sabah gözlerinden süzülen aşkı içime akıtmadan mutlu olamam ve sonu görünmeyen bir yasa bürünürüm.
Sahte mutluluk sözü veren aşk oyunlarında heyecan arayamam; arasam da bulamam. Böylesi bir arayış güneşte kaybettiğini mum ışığında aramaya benzer. Seni güneşimdin ve sen olmadan başka bir ışık kaynağı aydınlatamaz, ısıtamaz dünyamı.
Sana benzeyen birine rastlasam kalbim, titrek bir ışık gibi çarpıyor. Ardından hayal kırıklığı olacağından acıyla büzülüyor.
Sensiz, bir hayatın heyecan verici ve zevkli olmayacağını biliyorum ve yine biliyorum ki, sensiz bir “ben” olamaz, yaşayamaz.
Önceleri sana ulaşmak için yıldızları takip ederdim; çünkü sen de bir yıldız gibi parlıyordun. Sonra seni aramaktan vazgeçtim; çünkü o kadar çok yıldız vardı ki, seni bulma ihtimalim imkansıza dönüştü.
Sensizlik yormuştu beni, sensizliği yenmenin, yok etmenin bir çaresi yoktu. Yenilmiştim yokluğuna. Yokluğunun esaretinde her gün dayanılmaz işkenceler katlanmak zorunda kalıyordum.
Bir zamanlar bana hayat veren sen, şimdi hayatımı cehenneme çeviriyordun. Bu cehennemden kurtuluşumun tek çaresi sendin ve sen de yoktun.


SENİ ÖZLÜYORUM

Sevda ve aşk dolu sözlerini,
Sonsuzluğu anlatan gözlerini,
Başımı koyduğum dizlerini,
Ben seni özledim seni...
İçten ve coşkulu öpüşünü,
Tedirgin ve heyecanlı yürüyüşünü,
TATLI BEBEK gibi gülüşünü,
Ben seni özledim seni...
Her gün bana gelme hevesini,
Burcu burcu kokan nefesini,
Sımsıcak ve hoş sesini,
Ben seni özledim seni...

Seni daha çok özlüyorum; çünkü herkes sana benziyor uzakta. Sonra seni bulma sevinciyle yaklaştığımda sen olmadıklarını anlıyorum ve seni yüzlerce kez yeniden yitiriyorum. Her defasında, bana bıraktığın acıların tümünü aynı şiddette tekrar tekrar yaşıyorum.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü her şeyde bir “sen” saklıdır. Nereye baksam seni görüyorum, neye elimi atsam seni alıyorum. Her yağmur tanesinde, güneşin her ışığında bir adın gizli... En özel adını en özel yerimde koruyorum, yüreğimde özenle saklıyorum.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü ne geleceğin belli, ne de gelmeyeceğin. Ne yaşadığım belli ne de yaşamadığım... Ne sevinebiliyorum, ne de üzülebiliyorum. Bütün şarkılardaki ezgiler aynı hasrettir, aynı özlemdir.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü her güzellikte olan adın şimdi kayıp, yani hiçbir güzellik kalmadı. Adeta mateme büründü dünya, her taraf karanlık, yasta...
Seni daha çok özlüyorum; çünkü şimdi daha çok yalnızım. Yalnızlığım arttıkça sana olan özlemim birikiyor. Bu yalnızlığa mahkumiyetim gidişinle başladı. Önce hasret vardı, şimdi sürgüne dönüştü.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü sensizliği bütün boyutlarıyla yaşıyorum. Hasretin katlanarak çoğalıyor ve acıya dönüşerek kalbime ağır bir yük gibi biniyor.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü dönmeyeceğini biliyorum. Dokunamayacağım saçlarına, nefesinle ısınan güney rüzgarı iklimimde esmeyecek. Kuzey rüzgarlarının soğuğu içimi titretecek. Islak gecelerde aşk şarkıları hüznü yansıtacak yüreğime.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü sana yakınlaşma umudum tükeniyor gittikçe. Aşk acısı yüreğimde biriktikçe, seni özlemeyi özlediğimi anlıyorum. Hasretini giderecek ve avunacağım bir yol bulamıyorum. Çaresizlikler içinde çırpındıkça seni daha çok özlediğimi anlıyorum.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü yokluğun benliğime daha yoğun akıyor. Daha çok aklımdasın. Kurduğum hayaller sahicilikten uzak kalıyor, gözlerin benden daha ırak... Oysa seninle yıldızlardan bahçe, güneşi aşk bahçemizi aydınlatan bir lamba, okyanusları da havuz yapardık.


Aşk Mektupları 2
SENSİZLİK

İçime elem pınarları akıyor,
Yalnızlığımı sorguluyorum;
Bitmek bilmiyor niçinler ve nedenler.
Boğuluyorum...
Çözümsüz kalıyor sorular.
Çaresizim ve tükeniyorum
Ya da öyle biliyorum.
Yüreğimde ve düşüncemde
Çoğalan tek şey hasretin.
Günbegün ağırlaşıyor,
Taşıyamıyorum yalnızlığı.
Ve hayalini kuruyorum sevgilim
Yarımlarım için, umut için, mutluluk için;
Fakat yarınlarım da sensiz,
Çaresizim sevgilim çaresiz...

Sensizlik, yarım kalan bir hayata benzer. Bir yanıyla yaşamın en bereketli çağında felç olmaya, öteki yanıyla hafıza kaybına uğramaya benzer.
Sensizlik, nehirdeyken ve susuzluktan kavrulurken su içmeyi unutmak gibidir.
Sensizlik, iki tarafı keskin bir bıçak gibidir. İçimi paramparça eder. Yüreğime saplanır çoğu kez. Acıyı aldırdığım yok, aşkıma zarar vermesidir bütün korkum.
Sensizlik bir cellat olup dikilir karşıma. Beni darağacına götürüp ipi boynuma geçirir, ardından vazgeçer. Bir defa idam etse, kurtulurum sensizlikten. Ölümü her dem beklemek, bir kez ölmekten daha acı, daha korkutucu, daha zordur.
Sensizlik kor bir ateşe benzer, yangın yerine çevirir yüreğimi. Kızgın lav olur, ağır ağır dolaşır damarlarımda. Yavaş yavaş eritir içimi. İçimdeki ateşi göremez kimse; sen bile anlayamazsın ne çektiğimi. Hani bilinen bir söz vardır: “Sen hiç sensiz kaldın mı?” ama ben sensizim, sensiz...
Sensizlik yalnızlık ülkesine bir sürgündür, hem de dönüş bileti olmayan bir sürgün... Herkes mutlu burada, sevdiğiyle beraber. Yalnız ben sensizim, yalnızım. Herkes yaşamın tadında, yalnız ben sensizim, yalnız ben sürgünüm...
Sensizlik, çölde kaybolmaya benzer. Ne yana baksam umutsuzluk, ne tarafa dönsem çaresizlik. Mecnun olur seni ararım, vaha arar gibi. Kızgın kumlarda “Bengisu” olursun, yaklaştıkça kaybolursun, uzaklaşırsın.

KAÇIYORUM

Göçmen bir kuş gibiyim bu diyarda,
Kah bu daldayım, kah şu dalda,
Her bir düşüncem ayrı bir yerde;
Lakin hep sen varsın kalbimde.

Yine buradayım, seni her zaman yaşadığım yerde. Sen yine yoksun, uzağımdasın.
Seni daha çok özlüyorum; çünkü daha çok yalnızım. Alışamadım sensizliğe ve yalnızlığa. Gittiğinden beri yaşama sevincim de seninle beraber gitti.
Yokluğunu en çok nerede hissediyorum biliyor musun? Sensizliğin içimi parçaladığı anı tahmin edebiliyor musun?
Seni ne denli sevdiğimi ve ne kadar özlediğimi, seninle el ele tutuştuğumuz yere geldiğimde anlıyorum. Göz göze geldiğimiz, sarıldığımız, sıcaklığının sıcaklığıma karıştığı odada, daracık yerde şimdi duramıyorum. Çünkü oraya ne zaman girsem seni yanımda hissediyorum, elimi uzatsam sana değecekmiş gibi. Sanki arkamda duruyorsun, dönsem göz göze gelecekmişiz gibi. Havaya kokun sinmiş, her nefes alışımda kokunla birlikte içime akıyorsun; ama acı vererek...
Bazen oraya girdiğimde, azgın dalgalara kapılmış gibi boğuluyorum. Anlıyorum ki, sen yoksun. Yokluğun hançer gibi yüreğime saplanıyor. Anılar, üzerime üzerime geliyor ve sıkıntı kalın bir sis tabakası gibi ruhumu sarıyor. Sonra kaçıyorum bilmediğim yerlere doğru.
Beraber yürüdüğümüz yol, şimdi bir harabe gibi görünüyor. Oysa yine insanlarla dolu, sevenler yine el ele, çocuklar yine coşkulu ve mutlu... Sen olmayınca yürünmüyor, çiçekler güzel görünmüyor, baharın kokusu solunmuyor. Vedalaştığımız yol ayrımı hiç olmadığı kadar ürkütücü, hiç olmadığı kadar tenha... Oraya vardığımda aklımı yitirecek gibi oluyorum. Sonra kendimi başka taraflara atıyorum, neresi olduğunu bilmediğim.
Oturduğumuz parkta şimdi ayrılık rüzgârları esiyor. Çalınan her şarkı ayrılığı anlatıyor. Çiçeklerin boynu bükük ve renkleri soluk soluk... Masaya iki çay geliyor, garson senin geleceğini düşünmüş olmalı. Öyle ya hep önce ben gelirdim, ardımdan sen... İlk kez yalnızım. Burası neden bu kadar neşesiz, neden sıkıcı? Anlıyorum ki, buraya güzellik veren senmişsin. Fazla kalamıyorum ve kaçarcasına ayrılıyorum, kentin kalabalık caddelerine doğru...
Anıların olmadığı bir yer arıyorum. Nereye gitsem onlar da benimle beraber geliyor. Kopamıyorum ve anlıyorum ki, anıların olmadığı bir yer varsa, o da düşler ülkesi, yani senin yanın.
Seni hayal edip yalnızlığımı bastırmaya çalışıyorum ve tekrar kaçıyorum, kaçışın olmadığı yere doğru...
SON VEDA

Bu gece suskunum, biraz da neşesiz.
İstanbul boş, İstanbul hüzünlü, İstanbul sensiz...
Ne sahil umurumda ne de dalgalı deniz,
Sanki yokluğunu söylüyor gökteki her yıldız.

Dışarıda yağmur yağıyor ince ince.
Yine hasretin sardı, uykum kaçtı bu gece.
Düşlerimde seni arıyorum sessizce.
Artık dönmeyeceğini söylüyor her düşünce.

Ayrılıyorduk ikimiz; ama iki aylığına. Bu ayrılık zorunluydu ve teslim olmaktan başka çaremiz yoktu. O gün sana doyasıya bakarak iki aylık hasreti o an gidermek istiyordum. Vedalaşmak için sadece birkaç saatimiz vardı. Koşar adımlarla seni son defa göreceğim yere geldim. Seni, her zamanki büyülü güzelliğinle ve heyecanlı halinle gördüm. Elinde solmaya yüz tutmuş bir gül duruyordu, bana uzattın isteksizce. “Aşkımızın gülü olsun, kurut ve mektupların arasında sakla,” demiştin. Ardından gözlerinin sulandığını gördüm.
Ağlayacaktın...
Bulutlar gözlerine iniyordu, gözlerin bulut bulut oluyordu. Göz yaşların birer koca çiğ tanesine dönüşüyordu ve ağır ağır süzülüyordu yanaklarından. Kimi yere düşmeden alev alev yanaklarında buharlaşıyordu, yağmur olmak için.
Ağlıyordun...
Herkes bize bakıyordu. Bir çift yürek ayrılığın hüznüyle parçalanırken, yüzlerce çift göz, meraklı bakışlarla bizi izliyordu. Hıçkırıklara boğulduğunda daha fazla dikkat çekmemek için yukarı çıkıyordum. Her yukarı çıkışımda sel olurdu göz yaşlarım. Sen daha çok üzülmeyesin diye, yanındayken içime akıtıyordum göz yaşlarımı. Senin sakinleştiğini anlayınca aşağı iniyordum ve ikimiz merdivenin altına geçiyorduk. Amacımız fazla dikkat çekmemekti.
Alnında boncuk boncuk kümeleşen ter damlalarında güneşler doğup batıyordu.
Tek kelime etmeden dakikalarca birbirimize bakıyorduk. Bazen hafif bir tebessüm beliriyordu dudaklarında. Seni teselli edecek birkaç söz söylemek istiyordum; ama kelimeler sessiz hıçkırıklarımın arasında yok oluyordu. Ve daha çok sessiz kalıyordum.
Boynunda zümrüt yeşili taşı olan bir kolye vardı. Onu çıkarıp bana verdin. Hiç itiraz etmeden orada boynuma taktım. Benim için kutsal bir emanet sayılırdı. Sonsuza dek onu boynumda taşıyacağıma dair söz verdim yüreğime. Ve hâlâ boynumda duruyor.
Dakikalar çabucak geçti. Ayrılık vakti gelmişti, tekrar gözyaşlarına boğuldun. İki aylık sandığımız bu vedanın sonsuza dek sürecek bir ayrılığın başlangıcı olacağını sanki hissetmiştik ve öyle acı çekiyorduk, hüzünlüydük.
Son kez dönüp sana baktım. Gözlerimde bir buğu oluştu, sonra sis tabakasına dönüştü.
Ağlıyordum...
Bir daha seni göremedim.
Yıllar geçti ve sen hâlâ dönmedin. İki ay sandığımız süre, iki asırlık bir ayrılıkmış meğer... Belki de sonsuz bir ayrılık...

SENİ UNUTAMIYORUM

Bir ses duysam sesin sanırım,
Sevinçle yönelirim.
Sana benzeyen birini görsem sen sanırım,
Koşar bakarım.
Telefon çalsa beni bir heyecan sarar,
Hemen cevap veririm.
Hâlâ unutamadım seni,
Belki bir gece yarısı gelirsin diye...

Seni seviyorum demeni özledim. Ve güzel günlerimizi... Nereye baksam, neye elimi atsam sanki hepsinde sen varsın. Her şey bana seni anımsatıyor, o şen halini, o tatlı yüzünü... Hâlâ unutamadım seni, belki bir gece yarısı gelirsin diye...
Sen gideli çok zaman oldu; ama daha kokun var, sinmiş tüm dünyama. Yokluğun varlığımda var olmuş; gerçekliğim yokluğunda yok olmuş. Hâlâ unutamadım seni, Belki bir gece yarısı gelirsin diye...
Her gün resimlerine bakıyorum, mektuplarını tek tek okuyorum.
Ve birer birer kokluyorum. Hiç eskimiyor, bakışlarındaki canlılık hiç solmadı. Hâlâ unutamadım seni, belki bir gece yarısı gelirsin diye...
Hep yan yolda yürüyorum; hani beraber yürürdük ya... Sevdiğin şarkıları dinliyorum. Hiç ihmal etmedim biliyor musun? Her pazar kırmızı gülünü alıyorum. Ve suluyorum balkondaki begonyaları. Hâlâ unutamadım seni, belki bir gece yarısı gelirsin diye...

Hasretin neden bu kadar zor? Aşkının ıstırabından boğuluyorum. Her gün, her saat, hatta her an ölüp ölüp diriliyorum. Bazen unutmak istiyorum seni; ama olmuyor, olmuyor işte... Hâlâ unutamadım seni, belki bir gece yarısı gelirsin diye...
Sen unutulacak kadar küçük değildin içimde, yüreğimde ise unutulacak kadar az değildin. Seninle yaşadıklarım, senden sonra her geçen gün katlanarak büyüdü. Seninle yaşadığım kısa süreli aşk, asırlarca yaşanmış gibi efsaneleşti.
Beni bırakıp gittiğinden bu yana yıllar geçti, asırlar geçmiş gibi. Bir daha geri dönmeyeceğini biliyordum, aklımla buna inanıyordum; ama yüreğim böyle bir kararı kabul etmiyordu ve geleceğine dair umut taşıyordu. Sonunda aklımı da buna inandırdı. Seni bekliyorum ve geleceğini de biliyorum; çünkü seni unutamıyorum.

ANILAR

Yenilmiş bir savaşçı gibi bitkinim,
Ruhum da yıpranmış.
Seni arıyorum ve o bakışlarını.
Ne acılar umurumda ne de yarınlar...

Beni bırakıp gidince, amansız bir yalnızlığa düşerim. Fanus gibi daralır dünyam. Sensizlik hapsinde anılar birer cellat olup dikilir karşıma. En güzel anımız bile kâbus olur, cehennem yerine çevirir yüreğimi.
Az önce oturduğun yere bakıyorum. Seni orada görüyorum, gözlerimi kapatarak. Gözlerinde bir ışık demeti hayal dünyamı aydınlatıyor. Elini uzatıyorsun bana. Gözlerim hâlâ kapalı. Sana uzansam da dokunamıyorum. Oysa hayalin karşımda duruyor, hatta içimde. Soğuk bir tebessüm beliriyor, gül dudaklarının arasında, gülümsüyorsun...
Başını omzuma dayadığın yere bakıyorum, gözlerimi açarak. Bir var olup bir kayboluyorsun. Gözlerimi kapatıp yeniden açıyorum. Senden geriye kalan üç beş saç telini buluyorum, bir de oturduğun yerdeki sıcaklığı hissediyorum.
Uykusuz ve derbeder bir gecenin ardından ilk kez güne, “günaydın” demeden başlıyorum; çünkü dünyam hâlâ karanlık. Her sabah bütün renkleriyle odamı dolduran güneş, bu sabah matem rengine yakın, ışıkları gri ve biraz da soğuk... İçimi ısıtmaya, ruhumu aydınlatmaya yetmiyor.
Ağlıyorum, gözyaşımı gören yok; çünkü içimdeki boşluğa akıtıyorum. Orada birikiyor ve içimi hüzünlü seller basıyor.
Beraber geçtiğimiz sokakta adımlarım beni geriye doğru çekiyor. İlerleyemiyorum. Sonu görünmeyen bir boşlukta yürüyor gibiyim. Bu sokağın içimi acıttığı hissine kapılıyorum. Başka bir yola, seninle hiç geçmediğimiz bir sokağa sapıyorum. Amacım anılardan kurtulmak... Ama bu defa yaşanmamış anılar canlanıyor gözümde.
Kaçışlar fayda vermiyor. Senden ve anılardan kaçmak, yaşamdan kaçmaktır. Dünümde, bugünümde ve yarınımda sen vardın, sen varsın ve sen olacaksın. Senin varlığınla çoğalmıştım. Senli düşüncelerden kaçmakla küçüldüğümü ve eridiğimi hissediyorum.
Seninle bildiğim, tanıdığım her şeye ve her yere senin adını yeniden vererek keşfedeceğim ve böylece yokluğun ok gibi saplanmayacak yüreğime. Savaşmak zorunda kalmayacağım sensizlikle ve yenilmekten kurtulacağım.
Çetin ÖZBEY

.ALINTIDIR.